Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin
        Tubitak Ansiklopedi Osmanlı İskan Politikası Nedir?

        Osmanlılarda iskan politikası planlı, sınırları ve hedefleri belirlenmiş bir yerleşim stratejisi olup fiziki yapı, iklim, ekonomi,siyaset, nüfus, güvenlik, ulaşım gibi birçok konu ile ilintilidir. 

        Anadolu'nun fethi ile başlayan iskan faaliyetleri ve metodu benzer şekilde Osmanlı iskan politikasının da temelini oluşturmuştur. Kuruluş döneminde gerçekleştirilen planlı fetih stratejisi ile genişleyen Osmanlı topraklarına içlerinde tüccar, esnaf, çiftçi, asker, alim, derviş, konar-göçer gibi zümrelerin yer aldığı yoğun ve sürekli bir nüfus akışı yaşanmıştır. Bu yoğun nüfus zümreleri fethedilen bölgelerin ihtiyaçlarına göre iskan edilmiştir. Osmanlı topraklarına süregelen yeni göçler nedeniyle oluşan nüfus baskısı Rumeli'ye geçişle birlikte iskan politikasında yeni bir merhalenin başlamasına sebep olmuştur. Bu doğrultuda Rumeli'ye aktarılan nüfus vasıtasıyla şenlendirme politikası çerçevesinde yeni yerleşmeler kurularak iskan alanları oluşturulmuştur. Dolayısıyla Osmanlı fetih politikası iskan politikası ile birlikte yürütülmüştür.

        Uygulanan iskan politikası ile boş alanların yerleşime açılması, vergi gelirlerinin artırılması, üretim sürekliliğinin sağlanması, sefer lojistiğinin güçlendirilmesi, güvenliğin tesisi ve en önemlisi de demografik dengenin sağlanarak fethedilen bölgelerin Türkleşme ve İslamlaşması amaçlanmıştır. Bütün bunlar mekanın işgali değil, fetihler yoluyla Anadolu'da başlayan vatan edinme anlayışının yeni ele geçirilen topraklara yansıması manasına gelir. Balkanlarda fetih sonrası kurulan yeni iskan alanlarına verilen isimler, Balkan coğrafyasının Türkleşme sürecine dair önemli ipuçları vermektedir. Bu doğrultuda Birgi, Saruhanlı, Germiyanlu, Karesilü, Salurlu, Döğerlü, Eymürlü ve benzeri yer adları göçle gelen nüfusun geldiği bölge ya da bağlı olduğu aşireti gösterir niteliktedir. Şehir ya da bölge isimli yerleşme adlarının adı geçen yerden gelenler tarafından kurulduğuna dair en güzel örnek Aksaray'dan getirilenlerce kurulan İstanbul'daki Aksaray mahallesidir. 

        Gerek Selçuklu gerekse Osmanlı Devletlerinde Anadolu ve Rumeli'nin Türkleşmesi ve İslamlaşması noktasında önemli görevler icra ettiği görülen tekke ve zaviyeler özellikle harap ve ıssız bölgelerde kurularak bu bölgelerin iskanına katkıda bulunmuşlardır. Selçuklu döneminden itibaren Dobruca bölgesinde Sarı Saltuk ile başlayan süreç Osmanlı döneminde de Kızıl Deli Sultan (ö. 1412), Otman Baba (ö. 1478), Kılıç Baba, Musa Baba gibi tasavvuf erbabıyla sürmüştür. Bu gibi dervişler, fetih öncesi yerleştikleri bölgelerde kurdukları tekkeler vasıtasıyla istihbarat ve hazırlık görevi icra ederken, fetih sonrası da Osmanlı ordularının ilerleyişini kolaylaştırmışlardır. İlk iskan çekirdeği niteliğindeki tekke ve zaviyeler kuruldukları bölgedeki toprakları işleyerek devlete gelir sağlamak, asayişi, han ve kervansarayların bulunmadığı yerlerde tüccar ve yolcuların konaklama ve güvenliğini, bölgeye göç eden Türk nüfusun sevk ve idaresini temin etmek gibi hizmetler üstlenmişlerdir.

        Osmanlı iskan politikasının desteklenmesinde vakıfların önemli rol oynadığı anlaşılmaktadır. İskana açılmak istenen bölgelerde vakıflar eliyle oluşturulan sosyal ve ekonomik temelli binalar (cami, medrese, köprü, han, hamam vs.) zamanla etraflarında yeni yerleşim alanlarının oluşumunu sağlamışlar, hatta şehirleşmeye de büyük katkı yapmışlardır. Vakıfların yanı sıra mülk/temlik sistemi de iskan politikasını destekleyen bir diğer unsurdur. Temlik, bir hükümdarın miri araziden veya şahıslardan devlete intikal eden arazi ve binalardan bazı yerleri devlete hizmet etmiş kimselere mülk şeklinde tahsis etmesidir. Bu şekilde verilen belgeye de temlikname denilir. Selçuklulardan Osmanlıya intikal eden bu yöntem doğrultusunda Balkanların fetih sürecinde Lala Şahin (ö. 1386), Timurtaş, Mihaloğulları, Evranos Bey (ö. 1417) başta olmak üzere pek çok kişiye devlet tarafından temlikname verilmiştir. Bu kişiler kendilerine temlik edilen yerleri iskana açarak yerleşmeyi teşvik etmişlerdir. Osmanlı iskan politikasını destekleyen bir başka unsur da "istimalet politikası"dır. Osmanlı Devleti uyguladığı meylettirme anlamındaki istimalet (hoşgörü) politikası ile fethedilen bölgelerdeki gayrimüslim halkın yerlerini terk etmesinin önüne geçmiş ve bu çerçevede uygulanan dini serbestiyet, can ve mal güvenliği, vergi muafiyeti ile askeri ve idari sistemin içerisine katılmalarını sağlamıştır.

        Göç olgusu ise iskan sisteminin en mühim unsurudur. Osmanlı tarihinde özellikle batıya yönelen sürekli bir nüfus hareketliliğinden söz etmek mümkündür. Başlangıçta iskan politikası için gerekli nüfus devletin teşvikiyle gönüllü göçler vasıtasıyla karşılanmıştır. Ancak hem Balkanlar hem de Anadolu'da toprakların genişlemesi nüfusun her iki coğrafya için dağılımında farklı uygulamaların devreye girmesine neden olmuştur. Bu yeni süreçte gönüllülüğün ötesinde zorunlu göç/sürgün uygulamasına da başvurulmuştur. Sürgün politikası sadece Anadolu'dan Rumeli'ye değil Rumeli'den Anadolu'ya da uygulanmıştır. Bu şekilde hem yaşanabilecek problemlerin önüne geçilmiş hem de nüfus konusunda denge sağlanmıştır. Anadolu'dan Balkanlara yönelik sürgün uygulamasında daha ziyade bulundukları bölgede problem teşkil eden konar-göçerler tercih edilmiştir. Örneğin 1390 yılında Osmanlı topraklarına katılan Saruhan bölgesinde tuz yasağına uymayan aşiretler sürgün yoluyla Filibe'ye nakledilmiştir. Balkanlarda "Evlad-ı fatihan" olarak nitelendirilen konar-göçerler geldikleri bölgelerin iskanında önemli rol oynamışlardır. Konar-göçerlerin sürgün yoluyla iskanı sadece Balkanlara has bir uygulama değildir. Kıbrıs'ın 1571 yılında fethi sonrası gönüllü göçlerin teşvik edilmesi yanında problem çıkaran aşiretlerden de sürgün yoluyla adada iskan gerçekleştirilmiştir. Sürgün edilenlerin bölgede kalıcılığını sağlamak için önlemler alan devlet bu kişilere çeşitli muafiyetler ve haklar tanımıştır.

        Osmanlı devletinin kuruluş dönemi ve sonrasında toprakların genişlemesiyle doğru orantılı olarak "dışa dönük" bir iskan politikası izlenmiştir. 16. yüzyılın ikinci yarısından itibaren iç ve dış dinamikler sebebiyle Osmanlı Devleti'nde yaşanan sosyal, ekonomik, idari, askeri ve benzeri problemler Osmanlı iskan politikasında yeni bir sürecin başlamasına neden olmuştur. 16. yüzyılın sonlarında şiddetlenen ve "büyük kaçgunluk" olarak zikredilen Celali isyanlarının da etkisiyle meskun mahallerini terk edenler, daha güvenli hissettikleri kalabalık köylere, kasabalara, şehirlere göç etmişlerdir. 16. yüzyılda Anadolu'da var olan köylerin bölgeye göre değişmekle birlikte yaklaşık %60'ının günümüzde mevcut olmaması durumu net bir şekilde ortaya koymaktadır. Bu devrede dinamizmini kaybeden ve eskisi gibi çok fazla yeni topraklar elde edemeyen devlet farklı bir yol izleyerek Anadolu'da boşalan yerleşmelere yönelik "içe dönük" bir iskan politikası uygulamaya başlamıştır. Anadolu'da terk edilerek harap hale gelen yerleşmelerin tekrar ihyası amacıyla konar-göçerlerin iskanı konusunda çalışmalar yapılmıştır. Bu çerçevede 1690 yılı sonrasında Suriye ve Anadolu'da bulunan aşiretler yerleşik hayata geçirilmeye çalışılmıştır. 17. ve 18. yüzyılda konar-göçerlerin boş ve harap haldeki bölgelere yerleştirilerek iskan edilme çabaları 19. yüzyılda da sürmüştür. 1865 yılında oluşturulan ve Fırka-i Islahiye adı verilen askeri güç vasıtasıyla altı ay gibi kısa bir sürede özellikle Çukurova bölgesi ve çevresinde devlet kontrolüne karşı gelen konar-göçerler kontrol altına alınarak iskan edilmiş ve verimli ziraat alanları için ihtiyaç duyulan insan gücü açığı kapatılmaya çalışılmıştır.

        1699 Karlofça Antlaşması ile başlayan ve İmparatorluğun yıkılışına kadar süren toprak kayıpları nedeniyle Anadolu'ya doğru tersine bir göç yaşanmıştır. Bu durum Anadolu'ya gelen göçmenlerin iskan edilmesine yönelik yeni politikaların üretilmesini mecburi kılmıştır. İlk olarak 1860 yılında kurulan Muhacir Komisyonu, değişik dönemlerde farklı isimlendirmeler alsa da Cumhuriyete kadar görevini sürdürmüştür. Muhacir Komisyonları dikkatli planlamalar yaparak yeni gelen göçmenlerin Anadolu'nun muhtelif bölgelerine yerleşmelerini sağlamıştır. 1. Dünya Savaşı yıllarında parçalanmanın eşiğine gelen Osmanlılar, "Tehcir Kanunu" çıkartarak büyük çaplı yeni bir içe dönük göç politikasını devreye sokmuşlardır.

        Osmanlı iskan politikası fetihler ile yürütülen planlı, sınırları ve hedefleri belirlenmiş bir yerleşim stratejisidir. Kuruluş döneminden itibaren genişleyen sınırlar ile birlikte tekkeler, zaviyeler, vakıflar, temlikler, gönüllü göçler ve sürgünler gibi olgularla "dışa dönük" izlenen iskan politikası, devlette yaşanan buhranlar ve toprak kayıplarına bağlı olarak küçülen coğrafyaya uygun bir şekilde değişime uğramış ve 17. yüzyıldan itibaren "içe dönük" bir nitelik kazanmıştır. 14. yüzyıl itibari ile başlayan iskan süreci, zaman içerisinde nicel ve nitel değişikliklere uğrayarak 20. yüzyılda yine Anadolu'da noktalanmıştır.

        YAZAR

        Alpaslan Demir