Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin
        Tubitak Ansiklopedi Şerh Nedir?

        Temel anlamı "bir şeyi kesmek ve içini açığa çıkarmak" olan "şerh" sözcüğü daha sonra ilk anlamını korumakla birlikte anlam genişlemesi ile "bir durumu açıklığa kavuşturmak, müşkil bir meseleyi açıklamak, kapalı ve gizli şeyleri ortaya çıkarmak" gibi farklı anlamlar kazanmıştır. Klasik lügatlerde verilen anlamların ortak noktası kapalılığın giderilip gizli olan şeyin ortaya konmasıdır. Bu ise Kamus'ta verilen "anlama" karşılığı ile ilişkilidir. Dolayısıyla şerhte -metin için söz konusu olursa- metne farklı açılardan yaklaşılarak metin anlaşılır kılınmaya çalışılır ve bunun için de birçok ilim dalından yararlanılır. 

        Şerh kavramının bulunduğu kavram alanında onunla ilişkili tefsir, haşiye, ta'lik, telhis, tevil gibi başkaca kavramlar da vardır. Kelime anlamı "açmak, açıklamak" olan "tefsir", terim olarak "Kur'an-ı Kerim'deki ayetlerin anlamlarını açıklamak, bunlardan çıkan hükümleri ortaya koymak" demektir. "Haşiye" ise terim olarak "bir metinde ve şerhte geçen ayet, hadis ve özel isim gibi şeyler için sayfa kenarlarında yapılan kısa açıklama" anlamına gelir. Ayrıca bir eserle ilgili kısa ilave ve açıklamaların adı olan "ta'lik"; aslında özetleme demek olmakla birlikte esas metne açıklamaların da getirildiği "telhis", bir manayı ihtimallerin en doğru olanı istikametinde açıklamak olan "tevil" de şerh ile ilgili diğer terimlerdir. 

        Şerh aslında bir metnin anlaşılır kılınması ve açıklanması olduğundan yazının icadıyla beraber ortaya çıktığını söylemek mümkündür. Dolayısıyla farklı şerh gelenekleri mevcuttur. Mesela Batı kültüründe şerh (commentary), haşiye (scholia), tefsir (exegesis) gelenekleri mühim bir yer kaplamaktadır. Burada Eski Yunan ve Latin klasikleri ile Eski ve Yeni Ahit üzerine yazılan şerhler büyük bir yekûn tutar. Burada İslam medeniyetindeki şerh geleneğine müşterek İslami kültürde şerhin ilk örneklerine şiirlerde geçen bazı ibare ve kelimelerin açıklamaları şeklinde rastlanmaktadır. Şerhin bir yöntem halinde ortaya çıkmasında ise Kur'an-ı Kerim'i konu alan tefsirlerin birinci derecede rolü vardır. Bununla birlikte yazılı her metin açıklanmaya konu olabilecek müstakil bir varlık olduğundan hadis-i şerifler, fıkıh, kelam ilmi gibi dini metinlerin yanı sıra doğrudan din ile ilişkili olmayan mantık, aruz, felsefe, belagat, tıp gibi ilimler ile ilgili düzyazı veya manzum şekilde yazılmış metinler de şerh edilmiştir. 

        Medrese hocalarının bir medreseden diğer bir medrese seviyesine yükselmeleri için gereken şartlardan birisi okutacakları metnin bir bölümünün şerh edildiği risale yazmaları idi. Bu durum da şerh geleneğinin gelişmesini sağlayan şartlardandır. Medreselerde okutulan bu tür eserler dışında halka mal olmuş Delail-i Hayrat, Esma-i Hüsna, Evrad, Kırk Hadis türleri gibi dini muhtevalı eserler ile yine geniş kitlelerce okunan Gülistan, Bostan gibi eserler de şerh edilen eserler arasında yer alır. Aslında farklı kişilerce çeşitli dönemlerde şerh edilen bu metinler dönemin bilimsel düzeyini, toplumsal eğilimlerini, eğitim ve öğretim metotlarını göstermesi açısından önemli kaynaklardır. 

        Eldeki örneklere baktığımızda edebi metinlerin iki amaç doğrultusunda şerh edildiğini görmekteyiz. İlki şerh edilecek metin ile ilgili okuyucunun bilgi birikiminin yetersiz kaldığı yerler olduğu düşüncesidir ki bunu şerh edenin kelime ve ibareleri açıklamasından, gramer bilgileri vermesinden, kültür unsurlarını açıklamasından anlamaktayız. Dolayısıyla bu şerhlerde bilgilendirme temeldir. Ayrıca eldeki metinlerin bir düşünce ve inanç sisteminin içinde oturduğu yer dolayısıyla bir vasıta olarak kullanılması şerhte rol oynayan diğer etkendir. Asırlar boyu -yeni bir katkı sağlamasa da- bazı dini-tasavvufi metinlerin şerhlerinde görülen ısrar ve bu metinlerin şerhi ile verilmek istenilen tasavvufi düşünceler ikinci gruptaki şerhlerin sayısının azımsanmayacak oranda olmasını sağlamıştır. 

        Şerhlerde metinlere uygulanan tek bir metottan söz etmek mümkün değildir. Fakat bu durum şerh usulünün/metodunun bulunmadığı, bir disiplinden uzak ve gelişigüzel bir şekilde bu işlemin yapıldığı anlamına gelmemelidir. Şerh edilen metnin dili, muhtevası ve yapısı ile şerh edenin kişiliği, ayrıca şerhin hitap ettiği okuyucu kitlesi gibi sebepler o metne uygulanacak şerh usulünde önemli bir rol oynar. 

        Şerhlerde edebi kıstaslar ve kurallar çerçevesinde metne yaklaşılmasına pek sık rastlanmaz. Edebi metinler bile şerh edilirken edebi ölçütler birinci derecede önemli değildir. 

        Şerhlerde devrin teamüllerine göre kaynak eserler atıf yapılarak kullanılır. Bunlar lügat ve gramer kitapları oldukları gibi kaynak metnin ait olduğu ilim dalı ve konu ile ilgili başkaca eserler de olabilmektedir. 

        Bir metnin ilk şerhinden sonra tekrar şerh edilmesi tabii olarak daha önceki şerhlerin yetersiz kaldığı ön kabulüne dayanır. Bu durumda şarihler daha önceki şerhleri yeri geldikçe tenkit ederler. 

        Şerh-metin tenkidi ilişkisine de burada temas etmek gerekir. Şerh edilen metinler umumiyetle yazmalarla günümüze gelmiş olduğundan esas alınan metnin sıhhati onu şerh eden kişi için önem arz etmektedir. Bazı şarihlerin bu hususa dikkat edip nüshalar arasında görülen farklardan doğru olanı tespite gayret ettiği görülmektedir. Sudi'nin şerhlerinde bunun pek çok örneğini bulmak mümkündür. 

        Şerhlere genellikle ad konulmaz. Fakat müstakil bir eser niteliğini kazanmış ise bu takdirde Muhammediye manzumesine İsmail Hakkı Bursevi (ö. 1725) tarafından Ferahu'r-Ruh ismi ile şerh yazılması gibi farklı isimler konur. Eğer kaynak metin Mesnevi gibi uzun bir metin ise metinde seçmeye gidildiği ve seçilen bölümlerin şerh edildiği de görülür.

        Şerhler yazarların ifadelerine göre, manevi bir işaret ile veya dost ve yaranın ısrarı ile yazılır. Böylece ilk durumda ortaya konulan şerhin manen teyid edildiği ve doğrulandığı, ikinci durumda da o metindeki zorlukların ve kapalılıkları açabilecek kişinin ancak kendisinin olduğu üstü kapalı bir şekilde ifade edilmiş olur. Bazen de Muini'nin (15. yy) Mesnevi şerhini Sultan Murad'ın (ö. 1451) emri ile yazması örneğinde gördüğümüz gibi, devlet adamlarının isteği/emri şerhlerin yazılmasını sağlar. Şarihlerin kendi eserlerine de şerh yazdıkları görülmektedir.

        Türkçe yazılan şerhlere baktığımızda pek çok ilim ve disiplinin yanı sıra Arapça, Farsça ve Türkçe edebi metinlerin de şerh edildiğini görmekteyiz. Dolayısıyla günümüze intikal etmiş eldeki şerh malzemesini belli bir esasa göre gruplandırma yararlı olacaktır. 

        Şerh edilen kaynak eserlerin Türkçe olup olmadığına göre bu şerhleri iki grupta toplamak mümkündür. Yapılan şerhlerde dili Türkçe olmayanlar daha fazladır. Bu eserlerde şerh ve tercüme gibi iki ayrı işlem birleşmektedir. Edebiyat dışında, nesir sahasında İbn Haldûn'un (ö. 1406) Mukaddime'sinin Şeyhülislam Pirizade Mehmed Sahib (ö. 1884-85) ve Cevdet Paşa (ö. 1895), İmam Kastalani'nin (ö. 1517) Mevahibü'l-Ledünniyye'sinin şair Baki (ö. 1600) tarafından yapılan tercümelerinde olduğu gibi, kaynak dilden yapılan şiir tercümeleri de aslında tercüme sınırlarını aşan ve şerhe yaklaşan eserlerdir. 

        Müstakil şiir şerhleri arasında ise kaside şerhleri önemli yer tutar. Bunlar Kaside-i Münferice, Kaside-i Nuniyye gibi dini metinler oldukları gibi Kaside-i Mimiyye, Kaside-i Bürde gibi dini niteliği olmakla birlikte edebi yönü de bulunan metinlerdir. Bunlar arasında İmam Busiri'nin (ö. 1296) Kaside-i Bürde'si Klasik Türk Edebiyatı'nda en fazla önem verilen şiirlerdendir. Bazı manzumelerin, anlaşılmasında farklı görüşler bulunan beyitlerine de şerh yazıldığı olmuştur. Mesela Bosnalı Sûdi, Hafız'ın bir gazelinin bir beytine ve Gülistan'daki bir beyte müstakil şerh yazmıştır.

        Şerhine önem verilen müstakil ve uzun manzum eserlerin başında Mevlana Celaleddin Rûmi'nin (ö. 1273) Mesnevi'si gelir. Sadi'nin (ö. 1292) Gülistan ve Bostan isimli eserleri de Türk toplumunda yaygın olarak okunup üzerlerine şerh yazılan eserlerdir. Feridüddin Attar'ın (ö. 1221) Pendname'si de Osmanlı dönemi Türk edebiyatında tercüme ve şerh edilen eserler arasındadır. Hafız Divanı da müstakil şerh yazılan bir divan olarak şerhler arasında önemli bir yer tutar. 

        Şiir şerhleri arasında kaynak metni Türkçe olanlar da önemli bir sayıdadır. Müstakil Türkçe şiir şerhleri arasında ilk örnekler Yunus Emre'nin (ö. 1320) şiirlerine yapılan şerhlerdir. Niyazi-i Mısri (ö. 1694) de şiirleri şerhedilen şairler arasındadır. İsmail Hakkı Bursevi hem bu şiirlere hem kendi şiirlerine şerh yazan önemli bir şahsiyettir. Bu gruptaki kaynak metinler ile bu metinleri şerh edenlerin genellikle mutasavvıf kimlikli olduğu görülmektedir. Dolayısıyla ortaya çıkan şerhli metinler tasavvuf bağlamında yazılmış, bu metinler tasavvuf kültürünü ve verilmek istenilen düşünceleri aktarma vasıtası olmuştur. 

        Cumhuriyet dönemindeki uygulamalara bakıldığında şerh usulünün yapısal bakımdan gelenekten farklı bir yol izlemediği görülmektedir. Tahirü'l-Mevlevi (ö. 1951) ile Abdülbaki Gölpınarlı'nın (ö. 1982) Mesnevi şerhleri bu görüşü doğrular. Kaside şerhleri de bulunan Tahirü'l-Mevlevi bu şerhlerinde kelime bilgileri, dönemin tarihi ve sosyal bilgiler ile tanıtılması, anlamın geniş ve daha sonra topluca verilmesi gibi bilinen usulü takip etmiştir. 

        Cumhuriyet döneminde metin şerhi meselesi aslında uzmanlarınca üzerine düşünülen ve yazı yazılan bir konudur. Klasik Türk Edebiyatı'nın metin şerhi üstadı olarak nitelenen Ali Nihad Tarlan (ö. 1978), edebi eseri anlama ile duymanın farklı olduğunu, metinlerin şerhinin metni anlamaya çalıştığını, anladığını her zaman anlatabildiğini, yolunun afaki, neticelerinin objektif maddeler olduğunu söyler. Fuzûli Divanı Şerhi isimli eserinde ise ileri sürdüğü tarzda bir şerh usulünü görememekteyiz. Bu şerhte metinlerin ilk anlam katmanındaki açıklamalarının göz ardı edildiği ve neredeyse bütünüyle izlenimci bir yaklaşımla açıklamaların yapıldığı görülmektedir. Tarlan bu değerli eseriyle; aslında teori zemininde söylediklerine değil, belli bir inanç sistemi zaviyesinden metinlerin şerh edildiği geleneksel şerh metodunun yukarıda işaret ettiğimiz örneklerine daha yakın durmaktadır.

        Son dönemlerde ise klasik nitelikli edebiyat metinlerinin şerhlerinin toplumsal tarih araştırmaları ile de ilişkili bir hal aldığı görülmektedir. Edebiyat metinleri açıklanırken onların tarih ile olan bağlantısı sürekli gözetilmekte, sosyal hayat ile bağlantı noktaları şerhlerde dikkat edilen birinci nokta olmaktadır. Fakat bu yaklaşımda eserin estetik özellikleri ve "onu kendisi yapan yapısı" ikinci plana atılmakta, neticede eldeki edebiyat metni tarih araştırmalarına yardımcı bir çeşit belge ve sosyoloji dalına bir veri olma özelliğini kazanmaktadır. 

        Yaygın ve egemen bu iki yaklaşımın dışında klasik edebiyat metinlerinin modern edebiyat teorileri ışığında şerh edildiği görülmekle birlikte bu tarz şerh usulü bu konudaki alışkanlıklardan farklı ve özgün bir birikim gerektirdiğinden yaygınlaşamamış ve bir iki örnekle sınırlı kalmıştır. 

        YAZAR

        M. A. Yekta Saraç