Antropolojinin, kalkınma sürecinde kültürel, sosyal ve ekonomik değişimlerini inceleyen alt disiplinidir. Kalkınma, belirli tarihsel koşullarda ortaya çıkmış olan görece yeni toplumsal bir sürece işaret eden bir kavramdır ve kapitalizmin ortaya çıkışı ile birlikte üretici güçlerin gelişmesi, bunun yarattığı maddi gelişme ve ilerlemeye işaret eder. Kalkınma süreci, ekonomik ve teknolojik değişim, geleneksel ve basit olandan daha gelişmiş bir üretim organizasyonu, tarımda geçimlik ekonomiden makineleşmiş olana geçiş, endüstrileşmenin sonuçları olarak büyüme ve kişi başına düşen gelirin artışı ile karakterize edilir. Toplumlarda yapısal farklılaşma, daha uzmanlaşmış otonom sosyal birim ve gruplaşmalardır. Bunlara örnek olarak sosyal düzen içinde değişime uğrayan okullar, modern siyasi partiler gibi oluşumları verebiliriz. Kalkınma, kültürel ve ekonomik eşitsizlikler, sosyal sorunlar, çatışmalar, belirsizlikler de yaratmıştır. Az gelişmiş ülkelerde, eşitsizlikler ve yoksulluğa bireysel tepkiler oluşmuş, toplumsal hareketler, bireysel düzeyde psikolojik gerginlikler, dinsel, politik gruplaşmalar ve şiddet olguları artış göstermiştir. Ancak bunlar evrensel, her toplumsal yapıda benzerlikler gösteren olgular olarak düşünülmez.
20. yüzyılın ikinci yarısında "gelişmişlik" ve "az gelişmişlik" sorunlarına vurgu, sosyolog ve antropologları "Kalkınma Antropolojisi" ve "Kalkınma Sosyolojisi alt dallarında birleştirmiştir. Kalkınma antropolojisi, 1970'li yılların sonlarından itibaren gelişmenin ve yarattığı sosyal sorunların, örneğin yoksulluk gibi, kentsel ve kırsal alanlarda kalkınma projelerinin bölgesel düzeylerde insanları nasıl etkilediğini araştıran bir alt daldır. Latin Amerika, Ortadoğu ve Asya'da kalkınma süreçleri, yapısal problemleri birbirinden oldukça farklı birçok az gelişmiş ülke, antropolojik araştırmaların inceleme alanı haline gelmiştir. Bu süreçlerde dönüşüme uğrayan kültürel pratikler, yerel aktörün günlük deneyimleri, kalkınma uygulamalarının yerel sonuçları antropologlarca araştırılmıştır.
Kalkınma antropolojisi iktisadi kalkınmaya ilişkin teorilerin, kalkınma stratejileri doğrultusunda geliştirilen plan, program ve projelerin antropolojik bilgi ışığında değerlendirilmesini kapsar. Az gelişmişliğin sorunlarını çözme amaçlı uygulamalı projelerde, kalkınma ajanslarında, bu projelerin içeriğinin ve yerel düzeydeki uygunluğunun saptanmasında, antropolojik bilgi ve donanımını kullanan antropologlar araştırma pratiği ile bilgiyi birleştirmektedir. Ancak bu ilişkinin kendisinin de sorgulandığı birçok durum mevcuttur.
Kalkınma sürecindeki toplumların incelenmesinde antropologlar öncelikle bu toplumlardaki yapısal ve kurumsal değişimin insanları nasıl etkilediğini incelerler. İkinci olarak, ekonomik, politik ve sosyal bağlam içinde antropologların varlıkları politik bir eylem olarak ortaya çıkabilir. Sosyal gerçekliği dönüştürmeye, var olan sosyal yapıya müdahale etmeye veya buna niyet eden bir aktivist olarak antropoloji bilgisini kullanan bir antropolog ile karşı karşıya kalınır. Bu noktada antropologlar kalkınma amaçlı faaliyet, program ve projelerde yerel insanın kaderini ellerinde tutanlar olarak da işlev görebilirler. Kalkınma söylem ve pratiklerinin özelliklerinden, içeriklerinden, hangi ülkelerin finansal destekleri ile uygulandığından, antropolojik bilginin uygulamada neye ve kime hizmet ettiği sorunsallarına kadar, birçok konunun 1980'lerden bu yana tartışılmakta olduğu bilinmektedir.
Kalkınma antropolojisine ilişkin yazın iki kanaldan gelişmiştir: Avrupa ve Amerika Birleşik Devletleri. Her birinin ayırt edici özellikleri ve tartışma bağlamları vardır. Avrupa kökenli kalkınma antropologlarını en çok etkilemiş olanlar arasında Karl Polanyi (1944) ve günümüzden bir örnek Olivier de Sardan (1988) gelmektedir. ABD'de "Uygulamalı Antropoloji" olarak gelişen kalkınma antropolojisinde Marshall Sahlins (1972) öncü isimlerdendir.
Kalkınma ekolleri arasında liberal görüşler, formalistler olarak anılan sosyal antropologlar tarafından savunulur. İkinci Dünya Savaşı sonrası modernleşme kuramcılarını izleyen antropologlar klasik iktisat kuramcılarından etkilenerek örneğin Rostow'un (1960), evrensel geçerliliği olduğunu öne sürdüğü "Batılı kalkınma modeli" ile, Batılı olmayan kültürlerin de kalkınacağı tezini, bu kültürlerin ekonomik sistemlerinin incelenmesinde kullandılar. Bu ekolden antropologlar klasik iktisat kuramının 'iktisadi insan' kavramını kullanmışlar ve bu kültürlerde insanların kalkınmanın yarattığı değişime, yeni fırsatlara oldukça iyi uyum sağladıklarını iddia etmişlerdir. Formalistlere klasiklerden örnekler; T. S. Epstein'ın (1963) ve S. Ortiz'in (1974) çalışmaları verilebilir. Formalistler Batılı olmayan kültürlerde de bazı ekonomik davranışların, ekonomik rasyonaliteye dayalı seçim davranışlarına pek benzemediklerini, örneğin değişime ayak uydurmaktaki, arz-talep ve fiyat dengelerine cevap vermekteki yavaşlıklarını, sermaye yoğun olması gereken işlerde hala emek yoğun olmalarını kabul etmiş, yine de bu davranışların alışıldık maliyet yarar dengesinin sağlanması bağlamında değerlendirilmesi gerektiğini iddia etmişlerdir. Batılı olmayan kültürlerin bu tercihler yönünde değişeceğini, kalkınacağını, Batılı ekonomiler gibi olmasa da üretimin ve tüketimin geliştirilebileceğini vurgulamışlardır.
Polanyi gibi, substantivist ekolden sosyal antropologlar ise ekonomilerin incelenmesinde kültürel göreceliğe vurgu yaparak bazı toplumların kalkınma süreçlerini Batılı örneklerden farklı yaşayacaklarını belirtmişlerdir. Sosyal yapının, bireyi ve birey seçimlerini biçimlendirdiğini, bireyin sınırlı seçimleri olduğunu, toplumun oyunun kurallarını belirlediğine işaret etmişlerdir. Özellikle klasik iktisat kuramının evrensellik ilkesine karşı çıkarak ekonomik sistemlerin ve ekonomik faaliyetlerin içine gömülü oldukları sosyal yapıyı dikkate almaksızın ve diğer sosyal kurumlarla ilişkisine bakmaksızın anlaşılamayacağını iddia ederler. Batılı olmayan kültürlerde ekonomik olaylar ve davranışların farklı bir mantığı ve işlevi olabileceğini, her zaman kar maksimizasyonun, ekonomik rasyonalitenin geçerli olmadığını belirtmişlerdir. Çoğu zaman ekonomik yarar ilkesinin değil ama örneğin grup yararının, kültürel değerlerin dikkate alındığını, akılcılığın "rasyonel kararların" Batılı kavramlar olduklarını, farklı bir kültürlerde Batılı iktisat yaklaşımlarının uygulamada yararlı olmayacağını, tüm kültürlerde uygulanamayacağını belirtirler.
Kalkınma antropolojisinde Batılı kalkınma modellerinin her kültüre uygun olmadığı tezini savunan diğer iki ekol, Latin Amerika ve Fransa kökenlidir: Bağımlılık Ekolü ve Fransız Marksist Ekonomik Antropolojisi. Latin Amerika ve Afrika ülkelerinde izlenen kalkınma biçimlerinin, içlerinde bulundukları bağımlılık ilişkileri nedeniyle gelişme sağlamadığı tezini ileri süren Bağımlılık Ekolü Latin Amerika'da "az gelişmişliğin gelişmesi" olarak adlandırılabilecek bir sürecin yaşandığını iddia eder. Afrika'da yaşanan az gelişmişliği bağımlılık yaklaşımı ile açıklayan Amin, kalkınma tartışmalarında Marksist antropolojinin önemli isimlerinden biridir.
Az gelişmişliğin teorisi ile özellikle eşitsiz değişim süreçlerine ve kalkınma sorunlarının çözümünde devletin rolüne vurgu yapan Bağımlılık Ekolü (United Nations Economic Commisions of Latin America, ECLA) ve Marksist yaklaşımlar, kalkınmanın farklı ülkelerin gerçekliklerine, onların tarihsel ve yapısal özelliklerine, yerel dinamiklerin önemine vurgu yapan eleştirileriyle "Neo-Marksist Dünya Sistemi" yaklaşımının öncüleri olmuşlardır. Dünya sistemi yaklaşımı, uluslararası eşitsiz gelişim ve değişime; ülkelerin dünya sistemi içinde farklı konumlarına ve bağımlılıklarına, merkez-çevre ülkeler arası iş bölümüne vurgu yapar. Batılı yardımlara ihtiyaç duyan az gelişmiş ülkelerin, kalkınma projeleri ile finansal bağımlılıklarının daha da arttığına değinen bu yaklaşımlar, güç ve iktidar mücadeleleri ile sarsılan bu kültürlerin pek çok sorunla yüz yüze kaldıklarını belirtir. Kalkınmanın yararlarından tüm toplumsal sınıf ve katmanların eşit şekilde yararlanamadığının altını çizerek hangi sosyal sınıfa ait olunduğuna ve hangi cinsiyette olunduğuna bağlı olarak eşitsizliklerin farklı boyutlarda yaşandığına işaret etmektedirler. Bu bağlamda gelişmekte olan ve az gelişmiş ülkelerde kadınların ekonomik durumlarının analizi önem kazanır.
Kalkınma süreçleri, yapısal ve makro çalışmalar, sosyal değişim, antropolojiye yeni konular ve sorular getirmiştir. Kalkınmanın çeşitli etkileşimlerin bir sonucu olduğu düşünüldüğünde bu süreçteki yerel aktörler ve dinamikler, tarımsal, kırsal ve bölgesel kalkınma proje ve projecileri, Batılı uzmanlar, sivil toplum kuruluşu aktivistleri ve sosyal bilimcilerin rolleri, kalkınma projeleri ile yeniden yapılandırmalar, araştırma ve uygulama süreçleri gibi konuların tamamı antropolojinin ilgi alanını oluşturmuştur.
Kalkınma Antropolojisi disiplinler arası bir yaklaşımla iktisat, sosyoloji, politik bilimlerle ilişkili olarak onların teorik ve yöntemsel birikimlerinden yararlanır. Kalkınma Antropolojisi kalkınma süreçlerinde sadece bireylerin hayatlarında değil, toplumsal kültürel kurumlarda da yaşanan değişikliklerin, toplumsal dönüşümlerin ulusal çerçevede olduğu kadar uluslararası uzantılarının izdüşümlerini de inceler. Kalkınmaya ilişkin antropolojik incelemeler, kültürel dünyanın doğasının nasıl değiştiği; değerlerin, toplumsal beklentilerin, bireylerin karşı karsıya kaldıkları sorunların nasıl farklılaştığı; kalkınmanın başarısının ne anlama geldiği gibi sorular sorar. Türkiye'nin "Bölgesel Kalkınma Projeleri"ne örnek olarak GAP: Güneydoğu Anadolu Projesi ve DOKAP: Doğu Karadeniz Projesi verilebilir.
YAZAR
Belkıs Kümbetoğlu