Bireyler, gayriresmi organize olmuş gruplar ve -devlet dahil- resmi olarak organize olmuş gruplar arasındaki kalıplaşmış insan etkileşimleri sosyal ilişki ifadesinin karşılığını teşkil eder. Ekonomi, siyaset bilimi, psikoloji ve sosyoloji başta olmak üzere, sosyal bilimler kapsamında yapılan araştırmalar ve üretilen kavramlar ile kuramlar, bu aktörlerin kurduğu ilişkilerin niteliğini, içeriğini ve etkilerini temel almaktadır. Bir başka anlatımla bir olgunun gerçekleşmesinde ve/veya bir sürecin ilerleyişinde hangi aktörün kim ile, ne ile, niçin ve nasıl ilişki kurduğu, ilişkinin hangi sonuçlara götürdüğü, aktör-faktör-etki-sonuç arasındaki dengenin nasıl kurulduğu farklı teorilerin ortaya çıkmasının sebeplerini oluşturmaktadır. Sosyal bilimlerde üretilen teorileri, sosyal ilişkilerin ele alınış biçimine göre bireyci, yapısalcı ve kurumsalcı teorik çerçeveler üzerinden temsil edilecek üç kategoriye ayırmak mümkündür.
Bireyci teoriler, sosyal ilişkilerin bireylerin rasyonel kararlarına dayalı olduğunu ve bu rasyonelliğin kişisel çıkarlara bağlı eylemler temelinde geliştiğini ileri sürer. Yapısalcı teoriler ise toplum ve birey arasındaki sosyal ilişkilerin yapıların niteliğine göre şekillendiği ön kabulünden hareket etmektedir. "Zihin kategorileri" olarak ifade edilebilecek olan bu yapılar, kendi kendini düzenleme ve kendi kendini dönüştürme mekanizmalarını içeren sistematik bir karaktere sahiptir. Daha açık bir anlatımla toplum-birey arasındaki ilişkide toplumun belirleyici olduğu yaklaşımlardır. Organizasyonların, grupların, kuralların ve ortak hedeflere sahip kurumların sosyal ilişkilerin şekillenmesinde belirleyici olduğu düşüncesinden yola çıkan teoriler ise kurumsalcı teorileri oluşturmaktadır. Bu yaklaşımda kurumlar, temelde yatan yapıların yansımaları olarak değil, en azından kısmen özerk birimler olarak görülmektedir.
Günümüzde tek katmana gönderme yaparak inşa edilen teorilerin yeterince açıklayıcı olmadığı düşüncesi benimsenmekte; birey, yapı ya da kurum olarak aktörler, değişimin merkezi belirleyicisi olarak kabul edilmektedir. Örneğin makro sosyolojik kuramlar, örgütleri ve kurumları temel alarak yaptıkları analizlerinde bireylerin, yapısal ve kurumsal şartlara ve durumlara bağlı olarak, halihazırda kendilerine biçilmiş rollere göre hareket ettiklerini kabul eder. Çatışmacılar, ekonomik nedenlere bağlı olarak oluşan sınıfların topluluk olarak bir arada hareket ettiği, birbirine düşman sınıfların çatışmalarının da toplumu değiştirdiği düşüncesini benimser. Öte yandan mikro sosyolojik yaklaşımlar ise bireylerin belli hareketlerini tanımlar ve eylemlerin motivasyonunu ve sonucunu açıklarken kurum ve yapıları arka plana iter. Örneğin sembolik etkileşimciler, bireyleri toplumun şekillendirdiği görüşünden ayrılırlar; onlara göre sosyal ilişkiler, bireylerin bir eylemi tanımlamasına, yorumlamasına ve ortaya koyacağı tepkiye göre gelişir.
YAZAR
Özlem Uluç Küçükcan