Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin
        Tubitak Ansiklopedi Sosyal / Toplumsal Statü Nedir?

        Statü kavramı bir kişinin toplum içindeki konumunu, itibarını ve prestijini ifade eder. Kişinin toplum içindeki konumu genellikle başka insanlarla en basitinden en karmaşığına yapılanmış ilişkisi içinde ortaya çıkar ve her ilişki içinde başka insanların belli bir insanı nasıl gördükleri, nasıl algıladıkları veya nasıl saydıkları ile şekillenir. Bu yanıyla statü büyük ölçüde bir algı konusu olup temel belirleyicileri meslek, aile konumu, sınıf, eğitim, beceri, başarı, soy, ırk, etnisite ve cinsiyettir. 

        Bir meslek içindeki konum veya bir grup içindeki konum genellikle o meslek veya grup içindeki bir eşitsizliğin varlığına da işaret eder. Böylece statü aynı meslek, grup veya toplumsal yapı içinde bir farklılaşmaya da dayanır. Bu farklılaşma bir iş bölümüyle verilmiş veya kazanılmış bazı özelliklere göre belirlenir. Bu özelliklerle farklı statülere sahip bireylere statülerine uygun roller yüklenir. İnsanlardan böylece statülerine uygun bir rol oynamaları beklenir. Örneğin toplum içinde öğrencilik bir statüdür ve bir öğrenciden öğretmenlerine karşı bir öğrenci rolünü oynaması beklenir. Aynı sosyal ilişkide öğretmenlik de ayrı bir statüdür ve ondan da öğretmen gibi davranması beklenir. Öğretmenliğin nasıl bir rol gerektirdiği genellikle toplum tarafından belirlenmiş ve bir normlar setine bağlanmıştır. Annelik ve babalık da birer statüdür mesela ve her birine toplumun yüklediği bazı roller vardır. Anne, çocuğuna karşı belli sorumluluklarla, önceden toplum tarafından tanımlanmış davranış tarzlarını içeren rolüne uygun davranır. Baba da çocuğuna karşı sorumluluklarla dolu bir rol içeriğini sahneye koymak durumundadır. Böylece bir toplumsal ilişkide statü kendisine yüklenmiş rollerle bir bütün olarak düşünülebilir. Ancak statü aynı zamanda toplumsal tabakalaşma sisteminde bir düzeye de işaret eder. Burada Karl Marx'ın (ö. 1883) toplumsal tabakalaşmayı sınıf esasına göre tasavvur etmesine karşılık Max Weber'in (ö. 1920) statü kavramını öne sürmesiyle karşılaşırız. Sınıfsal kimlik ekonomik üretim ilişkilerine göre belirlenen bir konumdur. Üretim ilişkileri içinde üretim araçlarına sahiplik ve emek arasında belirlenen bu konuma mukabil Max Weber toplumsal yapılarda bir de statü diye başka bir tabakalaşma örüntüsü olduğunu ortaya koymuştur. Statü ise üretim ilişkilerinde değil, bilakis tüketim sürecinde kendini gösteren bir konumdur. Yani bu bakış açısına göre insanlar üretirken değil tüketirken ayrışır. Özellikle tüketim kültürünün iyice geliştiği ortamlarda insanlar karınlarını doyurmak için yemek yemezler; kendi farklarını hissetmek, başkalarından farklılıklarını göstermek üzere yemek yerler ve bunun için pahalı mekanları seçmekten geri durmazlar. Bu yüzden sadece statüye hitap eden bir kültürel tüketim söz konusu olur. Fransız sosyolog Pierre Bourdieu (ö. 2002) insanların tüketim esnasında aldığı tatların ve beğenilerinin bile onların statüsüne işaret ettiğini göstermeye çalışan bir dizi araştırma ortaya koymuştur. Bourdieu tüketimin kültürel boyutunu gösterirken statü ile ekonomik tabakalaşmayı, yani sınıfsal ayrımı birleştirmiş olur. Çünkü insanların tercih ettiği veya zevk aldığı tatlar ve beğenileri ekonomik sınıf kökenlerine göre değişmektedir. 

        Bununla birlikte aynı ekonomik sınıfa ait insanlar arasında farklı statüler olabilir. Soylu bir aileden geldiği halde işçi sınıfı saflarında, geçimini emeğiyle sağlayan bir kesim de olabilir. Veya yine işçi sınıfına mensup olduğu halde farklı etnik gruplara ait insanlar arasında başka türlü bir çatışma veya gerilim olabilir ve işçi sınıfına aidiyetin insanlar üzerinde birleştirici etkisi olmayabilir. Bugün insanların kendilerini işçi sınıfına ait görmeleri nesnel olarak gerçekten işçi sınıfına ait olmalarıyla sınırlı olmaktan çıkmıştır. Bir banka yöneticisinin veya işverenlerin işçilerle bir hükûmeti protesto hareketine, üstelik kapitalizme kahrederek, katılması sınıf kavramının ne kadar belirsizleşmiş olduğunu yeterince göstermektedir. Burada bizzat işçi sınıfı sembolizmine atfedilen anlamların belli bir statüye bağlanmış olduğu söylenebilir.

        Sosyal statülerle ilgili bir ayrım onun insana doğuştan verileni ile onu insanın kendi emeğiyle kazanması arasında yapılır. Yani "verilmiş" statülerle "kazanılmış" statüler vardır. Cinsiyet statüleri, etnik köken, belli bir kast sistemi içindeki bir kast statüsü, bir şehirli olmak, belli statüdeki bir ebeveyne sahip olmak veya geleneksel olarak tevarüs edilen belli saygınlıkta bir aileden gelmiş olmak insana doğuştan bazı statüler verir. Buna mukabil insanın çalışarak, başararak, kendi emeğiyle elde ettiği statüler vardır. Geleneksel toplumda büyük ölçüde verilmiş statüler belirleyicidir. Modern toplum ise verilmiş statülerin giderek önemini yitirdiği, bunun yerinde özellikle insanların eğitim, girişimcilik, piyasa aktörlüğü vb yoluyla yer değiştirmeyle statülerini kazanıp geliştirmelerine imkan vermektedir. Böylece geleneksel toplum ile modern toplum arasındaki ayrımı "verilmiş statüler toplumu" ile "kazanılmış statüler toplumu" olarak ifade edebiliriz. 

        Statünün kazanılan bir sembolik sermayeye dönüşmesi onun elde edilebilmesi için ciddi bir rekabetin oluşmasını da beraberinde getirmektedir. Toplumda daha yüksek statülere sahip olma arzusu; insanları daha fazla çalışmaya, onu elde etmek için çabalamaya ve kendini geliştirmeye sevk etmektedir ve bunun da toplumun kalitesini geliştiren bir yanı vardır. Statünün elde edilebilir olmasının bu olumlu tarafına karşılık, elde edilmiş statünün bir iflasla, statünün gerektirdiği role aykırı bir davranışla, hatayla veya başkasının rekabetiyle kaybedilebilme ihtimali modern toplumda ciddi bir endişe ve mutsuzluk kaynağı haline de gelebilmektedir. Alain de Botton, "statü endişesi" ismini koyduğu bu sendromun modern insanın en büyük rahatsızlıklarından biri olduğunu ortaya koymaya çalışmıştır.

        YAZAR

        Yasin Aktay