Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin
        Tubitak Ansiklopedi Zulüm Nedir?

        Sözlükte temel anlamı haddi aşmak, bir şeyi kendisine ait olmayan yere koymak manasına gelen zulüm, terim olarak inanç, ahlak, hukuk ve siyaset alanlarında geniş bir anlam yelpazesine sahiptir. Kısaca, sınırı aşmak, haktan batıla sapma, başkasının mülkünde izinsiz tasarrufta bulunarak zarar vermek, haksızlık yapmak, özellikle güç ve otorite sahiplerinin haksızlık ve adaletsizlik yapması gibi manalara gelmekte olup adaletin zıddıdır. 

        Kur'an-ı Kerim'de zulüm kavramı "küfür, şirk" veya "Allah'ın çizdiği itikadi ve ameli sınırları aşma, hükümlerini çiğneme, günah işleme" ve "beşeri ilişkilerde haksızlığa sapma" gibi anlamlarda kullanılmıştır (Bakara, 2/229, 254, 279; Nisa, 4/10, 30, Talak, 65/1; Yûsuf, 12/23, 79).

        Bir kimsenin heva ve arzularına tabi olması kendi nefsine karşı zulüm olduğu gibi başkasına yaptığı haksızlıkların da ahirette cezası olacağından o da sonuçta kendi nefsine karşı bir zulümdür. Bu bağlamda işlenen her bir kötülük ve günahın nefse karşı bir zulüm olduğu düşünülebilir. Kur'an-ı Kerim'de inkarcıların "zalim" olarak nitelenmesi (Bakara, 2/254) ve Allah'a şirk koşmanın büyük bir zulüm olduğunun (Lokman, 31/13) bildirilmesi kulluk edilmeye layık yegane varlık, insanı yaratan ve sayısız nimetler veren Allah olduğu halde onu inkar etmek veya başka varlıkları ortak koşmak suretiyle haksızlık yapılmasından dolayıdır. 

        Yüce Allah zulümden münezzeh olup onun kullarına karşı zulmetmesi asla söz konusu değildir (Enfal 8/51). Bir kudsi hadiste Allah, zulmü kendi zatına haram kıldığı gibi insanlar arasında da yasakladığını belirtir (Müslim, "Birr", 55). 

        Haktan sapma, itikadi alanda zulüm olduğu gibi hukuk alanında da zulümdür. Bu bağlamda Allah'ın indirdiği hak kitap ile hükmetmeyen veya onun ahkamını eşit şekilde uygulamayıp zengin-fakir veya güçlü-zayıf arasında ayrım yaparak kanun önünde eşitlik ilkesini çiğneyenler, Kur'an'da kafir, zalim ve fasık (bkz. Maide, 5/44-47) olarak vasıflandırılmıştır. Ayrıca bu tür hususlar Cahiliye uygulamaları (hükmü'l-cahiliye) kapsamında değerlendirilmiştir (Maide, 5/49-50). Hükmü'l-cahiliye ise İslam öncesi Arap toplumundaki hukuk alanında zulme dayalı bütün haksız hüküm ve uygulamaların genel bir ismi ve zihniyetin ifadesidir. Bu anlayışa göre o dönemde bir kimsenin işlediği suçtan o kişinin bütün ailesi ve kabilesi sorumlu tutulabiliyordu. Katil olaylarında kısas uygulanırken eğer öldürülen kişi güçlü bir kabileden ise buna karşılık kısas olarak iki kişi öldürülmekteydi. Bu uygulamada hem bir eşitsizlik vardı hem de katilin dışındaki masum bir kimse başkasının işlediği suçtan dolayı cezalandırılmış olmaktaydı. İslam, insanlar arasında adaleti gözetmeyen bu ve benzeri uygulamaları ortadan kaldırmış, bunun yerine "suç ve cezada şahsilik ilkesini" getirmiştir.

        Mahkemede hakikati gizleyerek haksız hükme sebep olmak da zulümdür. Hz. Peygamber döneminde işlenen bir hırsızlık suçunun masum bir Yahudi'nin üzerine atılarak gerçek suçlunun bir grup Müslüman tarafından kurtarılmasına dönük teşebbüs, Yüce Allah'ın vahiyle elçisini uyarmasına neden olmuştur. Nitekim nazil olan ayetlerde (Nisa, 4/105-114) aleyhine hüküm verilmesi söz konusu olan Yahudi'nin suçsuzluğu beyan edilmiş ve suçluyu koruyanlar şiddetle kınanmıştır. 

        İslam nazarında beşeri ilişkilerde haksız yere bir kimsenin şahsına veya mal varlığına zarar veren fiiller zulüm olarak değerlendirilmiştir. Borçlar hukuku ve mali alanda da kişiyi zarara uğratan her türlü haksızlık (Nisa, 4/29) ve haksız kazanç zulüm olarak nitelenir. Örneğin tefecilik ve faize dayalı kazanç da "Ne zulmediniz, ne de zulme uğrayınız" (Bakara, 2/279) ayeti ile zulüm kapsamında değerlendirilmiştir. Yetim malının haksız yere yenilmesi ise sadece zulüm olarak nitelenmemiş ayrıca bu suçu işleyenler cehennem azabıyla da tehdit edilmiştir (Nisa, 4/10). Haksız fiiller açısından borcunu ödememek veya başkasına ait bir hakkı vermemek zulüm olduğu gibi ödeme imkanı olduğu halde geciktirilmesi de zulümdür (Buhari, "Havale", 1). Hz. Peygamber başkalarına haksızlık ve zulmetmeyi yasakladığı gibi zulme boyun eğmeyi ve haksızlık karşısında tepkisiz kalmayı da yasaklamıştır. Aksine mazluma yardım etmeyi emretmiş ve mazlumun bedduasını almaktan şiddetle sakındırmıştır.

        İdari ve hukuki alanda liyakat ve adalet ilkesinin ihlali de zulmü doğurur. Kamu görevleriyle ilgili atamalarda ehliyetin gözetilmemesi bireysel anlamda hak eden kimse için zulüm olduğu gibi, doğuracağı zararlı sonuçlar itibarıyla toplum için de bir zulümdür. Hukuki açıdan suç ve ceza arasında dengenin gözetilmemesi de zulme sebebiyet verir. Suça göre ağır ceza bireye zulüm, hafif ceza da caydırıcı olmayıp suça teşvik edeceğinden topluma karşı zulümdür. Netice itibarıyla adaletsizlik zulme, zulüm ise kamu düzeninin bozulmasına yol açar. 

        Kur'an ve sünnette adaleti emreden ve zulmü yasaklayan birçok ayet ve hadisin bulunması, iyiliğin emredilmesi ve kötülüğün yasaklanması ilkesinin getirilmesi ve bir hadiste zalim yönetici karşısında adaleti dile getirmenin cihad olarak değerlendirilmesi (Ahmed b. Hanbel, Müsned, III,19; IV,314) İslam'ın fert ve toplum hayatında zulme karşı bir zihniyet oluşturmasına ve bunun siyasi hukuki alandaki kurumsal tezahürlerine vesile olmuştur. Hukukta "bir kötülüğün (mefsedet) önlenmesinin bir fayda sağlamaktan daha öncelikli olması"nın genel bir ilke olarak benimsenmesi bu düşüncenin ürünüdür. İslam medeniyet tarihinde haksızlıkları önlemeye dönük "hisbe teşkilatı" ve genelde idarecilerin yaptığı haksızlık ve zulümleri konu alan "mezalim mahkemeleri" bunun tipik örneklerini oluşturur.

        YAZAR

        Nasi Aslan