Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin
        Tubitak Ansiklopedi Yargı Nedir?

        Hukuk terminolojisinde yargı kimi zaman uyuşmazlıkları çözme faaliyeti, kimi zaman bu faaliyeti çözmekle görevli kişi, yer ya da organlar topluluğunu ifade etmek üzere kullanılmaktadır. Uluslararası sözleşmeler ve anayasal metinler başta olmak üzere hukukun birçok alanında; yargı gücü, yargı organı, yargı yetkisi, yargı yolu, yargı kararı, yargı mercii, yargı rejimi, yargı sistemi, yargı görevi, yargılama, yargı bağımsızlığı, hakim teminatı, yargı örgütü gibi birbiriyle iç içe geçmiş birçok sözcükle karşılaşılmaktadır.

        Tarihsel süreçte güçler ayrılığı düşüncesinin ortaya atıldığı zamanlarda Fransa'da yargının yasama ve yürütme güçlerinden (organlarından) ayrı bağımsız bir güç olup olmadığı hususu hayli derin tartışmaları beraberinde getirmiştir. Montesquieu'nün (ö. 1755) "hakimler, kanunun sözlerini açıklayan ağızlardır" metaforu Fransız kamu hukukunda güçler arası ilişkilerde derin tartışmalara konu olmuştur. Bu bağlamda; bir devlette "kanun koyma" ve "kanunları uygulama" olmak üzere ancak iki güçten söz edilebileceği, yargının ise bir güç değil kanunların uyuşmazlıklara uygulanmasından ibaret bir yetki olduğuna dair görüşler genel olarak kabul görmüş ve bu yaklaşım uzunca bir süre etkisini sürdürmüştür. Hatta bugün 1958 Fransız Anayasası'nda yasama ve yürütme için güç tabiri kullanılmasına karşın yargı için otorite (yetki) ibaresine yer verilmiştir. Şüphesiz Fransa'nın tarihsel ve siyasal şartlarıyla açıklanan bu tartışma İngiliz tarihinde ve öğretisinde hiçbir zaman yapılmamıştır. Bilakis bu ülkede yargı hep diğer iki güçten ayrı bir üçüncü güç olarak var ola gelmiştir. Esasen "hakim kanunun ağzıdır" sözü ile "kanun, hakimin onu ne olduğunu söylemesidir" sözü iki anlayış arasındaki derinliği, siyasal felsefeyi ve tarihsel arka planı betimlemektedir. 

        Tartışmalar ne yönde olursa olsun yasama, yürütme ve yargının birbirinden bağımsızlaştırılması ve bu amaçla da birbirinin göreve gelişine, görevde kalışına ve görevlerini yerine getirişine müdahalede bulunamaması anlamına gelen güçler ayrılığı günümüzde anayasacılığın ve hukuk devletinin küresel bir ilkesi halini almıştır. Esasen yargının başlı başına bir güç mü yoksa bir yetki mi olduğu tartışmalarının da yargının bağımsızlığı ile bir ilişkisinin olmadığı belirtilmelidir. Çünkü liberal demokratik düzenlerin temel unsuru olan güçler ayrılığına asıl anlamını katan yargının iki güç karşısında bağımsızlığının güvence altına alınmış olmasıdır. Yargı bağımsızlığı, güçler ayrılığının da amacını oluşturan keyfi güç kullanımının önlenmesi amacına ulaşmada en etkin araçtır. Hukuk devletinin "altın anahtarı" olan yargı bağımsızlığı özgürlüklerin de en etkin güvencesidir. Bu nedenle hukukun üstünlüğünü esas alan anayasalarda yargı bağımsızlığı ve onun temel bileşeni olarak hakim güvencesini sağlamak amacı taşıyan çeşitli düzenlemelere yer verilmektedir. 

        Yargının yasama ve yürütmeden organ ve işlevsel olarak ayrımı ister istemez hangi işlemlerin ve faaliyetlerin yargısal kimlik taşıdığı sorusunu beraberinde getirmektedir. Kısaca egemenliğin bileşenleri olarak yasama, yürütme ve yargı üçlüsünde yargı nedir, bir işlem nasıl "yargısal" kimliğe sahiptir sorusu doğurduğu sonuçlar bakımından hayli önem taşımaktadır. Elbette bu soruların cevabı hukuk devleti anlayışını benimsemiş devlet düzenlerinde anlamlıdır. Çünkü hukukun üstünlüğüne dayanan devlet düzenlerinde yasama, yürütme ve yargı organları gerek kuruluş gerek işleyiş ve gerekse denetimleri bakımından belirli bir hukuk rejimine tabidir. 

        Yargı kavramı ve buna bağlı olarak yargısal işlem ve işlevleri tanımlamada; kamu hukuku öğretisinde yasama, yürütme ve yargı organları ile bu organların faaliyetleri ve işlemlerinin ayrımında iki ölçütten yararlanılmaktadır. Bunlar maddi (işlevsel) ve şekli (organik) ölçüt olarak isimlendirilmektedir.

        Maddi ölçüt, yargı faaliyetini ve yargısal işlemleri yapana göre değil faaliyetin amacı ve işlemin niteliğine göre tanımlamaktadır. Buna göre yargısal işlev; bir hukuksal uyuşmazlığı kesin olarak çözüme bağlama, bu çerçevede yaptırımlar uygulayabilme işlevi olarak tanımlanmaktadır. Bu bağlamda; her kurum, kurul ve merci, düzenlendiği yer ve aldığı isme bakılmaksızın "yürüttüğü faaliyet ve işleme nazaran" "yargı" kapsamında değerlendirilir. 

        Şekli ya da organik ölçüt ise devlet organları ve bu organların işlemlerini tanımlamada ve birbirinden ayırt etmede işlemi yapan organı esas almaktadır. Bu ölçüte göre işlemin ve faaliyetin taşıdığı özelliklerin hiçbir önemi yoktur. Buna göre yargı bünyesinde yer alan ve bağımsız mahkeme sıfatını taşıyan birimlerce yürütülen işlev ve bu çerçevede yapılan tüm işlemler yargısal işlev ve işlemler olarak tanımlanır. Öyleyse yasama ve yürütme işlevi dışında kalan, bağımsız mahkemelerce yürütülen faaliyetler ve bu faaliyetler zımnında alınan kararlar ve yapılan işlemler yargı kavramı içerisinde mütalaa edilir. Yargı cihazı dışında kalan bir yer kesin hükümle hukuksal uyuşmazlık çözse de mahkeme sıfatına sahip değildir. 

        Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'nin (AİHM) yargı kavramına ilişkin yorum ve değerlendirmelerinde maddi ölçütün hakim olduğu açıkça görülmektedir. Mahkemeye göre kanunla kurulmuş ve kendisine mevzuat çerçevesinde uyuşmazlık hakkında "kesin karar verme yetkisi" tanınmış bağımsız her merci ister yürütmede ister yasama da yer alsın, ismi ve sıfatı ne olursa olsun yargı yeri, yürüttüğü faaliyet yargı faaliyeti ve yaptığı işlem de yargı işlemidir. Eğer bu özelliklere sahip değilse iç hukukta isterse en yüksek mahkeme niteliği taşısın yargısal nitelikten yoksundur. Mahkeme, bu yaklaşımını geçmişten günümüze değin istikrarlı bir biçimde sürdürmektedir. 

        Sramek/Avusturya kararında "Avusturya Taşınmaz İşlemleri Bölge Kurulu"nu yürütme organı içerisinde yer almasına ve bir idari kurul olmasına rağmen taşınmaz uyuşmazlıklarını çözmekle mevzuat tarafından görevlendirilmiş ve üyelerinin de yürütme organından bağımsızlığı sağlanmış olması nedeniyle yargı yeri kapsamında değerlendirmiştir. Chevrol/Fransa kararında ise yargı yeri ya da mahkeme kavramını çok daha ilginç bir boyutta ele almış ve Fransız Danıştayı'nın (Le Conseil d'État) uyuşmazlığa konu olay çerçevesinde yukarıda sıralamış olduğumuz özellikleri taşımadığından hareketle bir yargı yeri (mahkeme) olmadığına hükmetmiştir. Somut olayda Cezayir asıllı bir kimse tıp diplomasının denkliği ve Tıp Odasına kaydının yapılması için idari makamlara başvurmuştur. Ancak bu başvurusu idari kurumca reddedilmiş ve bu ret işlemine karşı da Fransız Danıştayı'na dava açılmıştır. Danıştay, Cezayir'den alınmış bu diplomanın başvurucuya Fransa ile Cezayir Arasında yapılan 1962 "Evian Protokolü" çerçevesinde tıp mesleğini icra etme imkanı verip vermediğinin değerlendirmesini yapmak üzere Dışişleri Bakanlığına sunmuştur. AİHM, Danıştay'ın Bakanlıktan gelen kararla kendisini bir anlamda bağlı görüp herhangi bir yargısal analize girmeksizin sonuca gitmesini yargı faaliyetiyle bağdaşmaz bularak başvurucunun mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiği sonucuna ulaşmıştır.

        Türk Anayasa Mahkemesi'nin (AYM) yargı kavramını belirlemede daha ziyade şekli/organik ölçütü esas aldığı görülmektedir. Mahkemeye göre bir yerin yargı merci olarak nitelendirilebilmesi için "karar organlarının hakimlerden teşekkül etmesi, yargılama tekniklerini uygulayarak ve genelde dava yolu ile uyuşmazlıkları ve anlaşmazlıkları çözümlemekle görevli olması ve Anayasa'da sayılan ve başında bir yüksek mahkemenin bulunduğu yargı düzenlerinden birinde yer alması gereklidir". Nitekim bu yaklaşımdan hareketle Anayasa Mahkemesi, başta Yüksek Seçim Kurulu olmak üzere il seçim kurullarının yargı kurumu olmadığı ve mahkeme sıfatını taşımadığı, işlemlerinin de yargı işlemi olmadığı sonucuna varmıştır. Hatta Anayasa Mahkemesi, bu ölçütten hareketle Sayıştay'ı dahi bir mahkeme olarak görmemiştir. Bununla birlikte Mahkeme'nin özellikle 2000 sonrası içtihatlarında şekli ölçüte dair geleneksel yaklaşımını belirli ölçüde esnettiği ve kimi durumlarda maddi ölçütle birlikte ele almaya çalıştığı görülmektedir. Mahkemenin yeni yaklaşımının ilk izleri Sayıştay'ı bir yargı yeri olarak kabul eden 2012/207 sayılı kararında açıkça okunmaktadır. Anayasa Mahkemesi bu yaklaşımını 06.02.2014 tarihli İsmail Taşpınar kararında da sürdürmüş ve şekli ölçütü maddi ölçütle harmanlayarak yargı kavramını tanımlamış ve ilçe seçim kurulu başkanlığını bu sefer yargı yeri olarak nitelendirmiştir. 

        Devlet organlarının ve bu organların yürüttükleri faaliyet ve işlemlerinin birbirinden ayrımı salt teorik bir konu olmayıp tabi oldukları hukuksal rejimin belirlenmesi açısından önem taşımaktadır. Güçler ayrılığı düşüncesinin ardından ortaya atılan maddi ve şekli ölçütün hiçbiri saf haliyle bu ayrımı ortaya koymada tek başına yeterli olamamaktadır. 

        Gerek AİHM gerek AYM içtihatları birlikte değerlendirildiğinde bir yerin yargı yeri kapsamında ve yürütülen işlevin de yargısal kapsamda değerlendirilebilmesi için aşağıdaki nitelikleri taşıması gerektiği sonucu çıkmaktadır: Kanunla kurulmuş ve yetkilendirilmiş olması, Bağımsız ve tarafsız olması, Bir hukuksal uyuşmazlığı yargısal usul ve tekniklere dayalı olarak esastan karara bağlaması ve bu kararın hukuken kesin hüküm niteliği taşıması, Kararlarına ancak bir yargı organı nezdinde itiraz edilebilmesi ve Kararlarının kişileri ve devletin diğer organlarını bağlaması.

        YAZAR

        Ömer Anayurt