Simgelerin toplumsal düzlemde birbirleriyle ilişkilerinin kültürü şekillendirdiği düşüncesinden hareketle, kültürün anlama ve yorum çabasıyla kavranabileceği yönünde bir tartışma açarak etnografiyi de sorunsallaştıran bir simgesel/antropolojik kuramsal yaklaşımdır. 1950'li yıllar sonrasında antropoloji, hem kuramsal tartışmalar hem iç hesaplaşmaları bağlamında önemli dönüşümlere sahne olmuştur. Anlam, simge ve yorum kavramları, öncesinde de antropolojik çalışmalarda yer tuttuysa da antropolojinin gündemine ilk kez bu dönemde yerleşmiştir. Max Weber'in (ö. 1920) anlama girişimini merkeze aldığı sosyolojisinde köklerini bulabileceğimiz anlam meselesi, İkinci Dünya Savaşı sonrasında şekillenen sosyal gerçekliğin yeni atmosferinde farklı alanlardaki arayışları, sorunsallaştırmaları şekillendiren unsurlardan biri olarak öne çıkmıştır. Clifford Geertz'in (ö. 2006) kurucusu olduğu yorumsamacı antropoloji, anlam ve yorum konularına odaklanmasıyla bu dönemi niteleyen kuramsal yaklaşımlardan biridir. Kuramını pozitivist paradigmaya yönelik belirgin bir itiraz üzerinden geliştiren Geertz'in yaklaşımı, simgeselci bakışla şekillenen bir etnografik kavrayışa sahiptir. Geertz, yorumsamacı antropolojiyi kuramsallaştırırken, felsefenin tartışma alanına dahil ettiği fenomenolojik ve hermeneutik geleneklerden etkilenir. Antropoloji tarihinin kuramsal gelişimine bakıldığında, yorumsamacı antropolojinin köklerinin, Franz Boas'in (ö. 1942) ortaya koyduğu tarihsel tikelci kurama kadar indiği söylenebilir.
Clifford Geertz, yorumsamacı yaklaşımını geliştirirken kültürü sembolik bağlamlarına yoğunlaşarak yeniden tanımlar. Bu döneme değin yapılmış kültür tanımlarından uzaklaşarak kültürün, çeşitli semboller arasında örülü anlamlar ağında aranması gerektiğini belirtmesiyle kültüre farklı bir çerçeveden bakmayı önerir. Böylece Geertz, antropolojinin merkezinde yer alan etnografyayı da yeniden tartışmaya açar. Kültürü açıklamanın imkansız olduğu, ancak anlama çabasıyla kültürün değerlendirilebileceği görüşü sosyal bilimlerdeki metodolojik kırılmaların altını çizmesi açısından önem taşımaktadır. Geertz'in etnografyanın önemini vurguladığı ve yeniden ele alınması gerektiğini belirttiği yaklaşımı, öncelikle anlamın keşfedilmesi gerektiği düşüncesi üzerine kuruludur. Anlam, ancak yorumun olanakları ve sınırlarıyla ortaya çıkarılabilecek bir şeydir. Yorumsa her yorum girişiminde yeniden inşa edilir olmak durumundadır. Anlam ve yorum, yorumsamacı antropoloji için kültürü ele almak ve etnografyanın sınırlarını, derinliklerini kavramak açısından önemli kavramlardır.
Yorumsamacı antropolojinin kuramsal çerçevesinde, etnografyanın yöntem olarak sorunsallaştırılması, tümel-tikel, makro-mikro, evrensel-yerel kavramlarının sorgulanması bağlamında ele alınmıştır. Kültürü çalışmak üzere evrensel bir perspektif oluşturmak ve kültürü evrenselin bağlamında kavramaya çalışmak o kültürün gözden kaçmasına neden olacaktır, bu görüşe göre. Bu bakış açısı, antropolojinin ilk geliştirdiği kuram olan sosyal evrimciliğe olduğu gibi ardılları tarafından da benimsenen pozitivist yaklaşıma belirgin bir itiraz içermektedir. Evrenselci açıklama kategorilerine yönelik eleştiriler üzerinden şekillenen kuramsal girişimler, öncesinde de söz konusu olduysa da yorumsamacı antropoloji, evrensel kavrayışın belirlediği sınırlardan kaçınmanın kültürü çalışmak için yeterli olmayacağını imler. Geertz, kültürü oluşturan anlamlar evreninin ve anlamların semboller üzerinden birbirleri ile oluşturduğu karmaşık ağın içeriğinin anlaşılabilmesi için sembollere değil, semboller ve zihinler arasındaki ilişkiye odaklanılması gerektiğini belirtir. Bunun için önerdiği yöntem, Gilbert Ryle'dan (ö. 1976) etkilenerek ortaya koyduğu "yoğun betimleme"dir. Gözlemden ziyade bağlama odaklanmayı öneren yoğun betimleme, etnografı kültürü oluşturan aktörlerin zihnine girme ve çözebilme iddiasının neden olduğu yanılgıya düşmekten uzak tutmasına yönelik bir yaklaşım ortaya koyar.
Yorumsamacı antropoloji için önem taşıyan bir başka konu, etnografik çalışmaların kaçınılmaz olarak aktör merkezli olduğudur. Aktör merkezlilik, kültürü çalışan kişinin bakış açısından bağımsızlaşmanın imkansızlığıyla düşünülmesi gereken bir gerçekliktir. Bu bakış, simgeleri Claude Levi-Strauss'un (2009) simgeselciliğinin aksine evrensel bir zihin şemasına değil, aktörün kavrayışına göre konumlandırır. Geertz'ın altını çizdiği şey, etnografinin kişisel bir deneyim olduğu ve simgelerin her yorumlanışında yeniden şekillendiğidir. Dolayısıyla antropolojinin meselesi, yorumun hangi özel olay bağlamında yapıldığı üzerine kurulu olmalıdır.
Yorumsamacı antropoloji, kültürü anlama, yorumlama girişimi üzerinden, kültür ve metin arasında bir ilişki kurar. Buna göre, kültür tıpkı metin gibi kendisini oluşturan anlam dizgelerinin birbirleriyle ilişkileri bağlamında ele alınmalıdır. Öte yandan etnografinin kendisi de bir metne dönüşmekte, her bir okuyucu tarafından yeniden yorumlanmaktadır. Çalışılan kültürden bize ulaşan, yorumun yorumudur. Bu ise anlamın yitimi ve giderek belirsizleşmesinden ziyade anlamın çokluğuna vurgu yapan bir durum olarak öne çıkar. Ludwig Wittgenstein, Hans-Georg Gadamer, Wilhelm Dilthey gibi düşünürlerin geleneği üzerinden şekillenen yorumsamacı bakış, hem epistemolojik hem metodolojik açıdan antropolojinin ve etnografyanın yeni bir bağlama oturmasının yolunu açmıştır.
YAZAR
G. A. Mirza