Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        DÜNYAYI algılama penceresi, hayallerinin sınırları, ilişkilerinin belirleyicisi, iletişimin direği. Dil kendini anlamanın, anlatmanın ve öteki insanı anlayabilmenin yolu. Bebekler, henüz ana rahmindeyken dışarıdaki sesleri duymaya başlıyorlar ve bu doğduktan sonra annelerinin sesini ayırt etmelerine, anadillerini tercih etmelerine ve zaman içinde öğretilmeden, yaşantılayarak dili edinmelerine vesile oluyor.

        Koç Üniversitesi İnsani Bilimler ve Edebiyat Fakültesi Dekanı Prof. Dr. Aylin Küntay öncülüğündeki Dil ve İletişim Çalışmaları Grubu, insanı diğer canlılardan ayıran bu en bariz beceriyi araştırıyorlar. Geçen hafta bir akşamüstü buluşup bu şahane beceri üzerine sohbet ettiğimiz Prof. Aylin Küntay şöyle diyor: “Çocukların iletişim ortamları ne kadar farklılaşırsa dil ve iletişim becerisi o kadar gelişir.”

        Dil becerilerinin gelişmesinin her yaştan insana getirisi büyük. Daha çok kelime kullanabilen, daha zengin dil becerileri olan çocuklar hem akademik, hem de sosyal anlamda daha yetkin oluyorlar. Küntay diyor ki: “Küçük yaşlarda dil becerisi yüksek çocukların, yetişkin olduklarında daha seçkin meslekler edindiklerine dair yapılmış çalışmalar var. Çünkü fen, matematik başarısı da dil becerisine bağlı aslında. Matematik problemi çözen çocuk, problemin içinde tanımadığı bir kelimeye rastlarsa ona takılıp kalabiliyor... “ Aslında yapabileceği bir soruyu, takılıp kaldığı bir kelime yüzünden yapamıyor demek ki.

        İşte o yüzden dil becerilerini geliştirmek mühim. Lakin bunun ebeveyn tarafından eğitsel bir endişeye dönüşmesine gerek yok. Anne-babanın kendi çocuğuna etki edebilme konusundaki farkındalığının, sosyoekonomik durumdan bile daha önemli bir etken olduğunu ifade ediyor Aylin Küntay. Yetişkinin çocukla ortak bir dünya yaratıp onunla bu konularda konuşmasının yeteceğini söylüyor. “Çocuktur, anlamaz nasıl olsa demeyip çorbanın içine ne kattığınızı da içinde bulunduğunuz duygu durumunu da ona anlatabilirsiniz” diyor.

        Dil gelişimi konusunda bir uzman bulmuşken ikinci, üçüncü diller hakkındaki fikrini de soruyorum. Ülkemizdeki durum bu hususta birkaç farklı uçta yaşanıyor. Kimi insan hayatı boyunca ikinci bir dili öğrenecek fırsatı bulamazken kimi aileler çocuklarını 2 yaşından itibaren çift dilli okullara yazdırıyorlar ya da bazıları okul sistemine girdiklerinde hiç tanımadıkları bir dille karşılaşıyorlar.

        Küntay, ikinci, üçüncü dil edinimleri için acil bir yaş sınırı olmadığını ifade ediyor. Çocuklar illa 3 yaşında yabancı dil öğrensin diyenlere katılmadığını söylüyor. “İkinci dili çocuk ileriki yaşlarda da öğrenebiliyor. Bundan önceki nesil öyle öğrendi zaten” diyerek şu şekilde açıklıyor: “3 yaşındaki çocuğun avantajı oyun oynamaktan ve dili duymaktan başka odağının olmaması. Yaş büyüdükçe, okuma yazmadan lise sınavlarına hazırlanmaya, ergenlikle ilgili değişimlerle uğraşmaya başlıyor. Yani odak dağılıyor.”

        Peki diyorum, liseden az buçuk bildiği yabancı dili evde çocuğa öğretmeye kalkmak lazım mı? Aylin Hoca bunun çok parlak bir fikir olmadığı kanısında. Bunun yerine çocuğunuza anadili farklı olan insanların yanında vakit geçirme şansı yaratmayı öneriyor. “3 yaşında ikinci bir dil veremediyseniz 5’te veriyorsunuz, 5’te veremiyorsunuz 9’da başlar” diyen Küntay önemli olanın yaşa takılmadan ülkemizde ikinci dil eğitimini geliştirmeye çalışmak olduğunu ifade ediyor.

        Birden fazla dil bilmenin sosyal becerilere olan olumlu etkisi dışında diller arasında geçiş yapabilme yeteneğinin zihin kontrolüyle ilgili olumlu etkiler sağlayarak ileri yaşlarda görülebilen Alzheimer, demans gibi hastalıkları ötelediğine, bunlardan koruduğuna dair bulgular olduğundan bahsediyor.

        Dil, dünyayı görebilmemizi sağlayan pencere. O pencereyi ne kadar geniş tutarsak, öneminin farkında olursak algımız da o oranda zenginleşiyor... Bu zevkli sohbet devam edecek.

        Diğer Yazılar