İstanbul'u finans merkezine dönüştürmek
90'lı yılların başında ortaya atılan İstanbul'un finans merkezi olma fikri son yıllarda hız kazanmaya başladı. Fikir olgunlaştı.
Geçtiğimiz 3 yıllık dönemde artılarımız ve eksilerimiz belirlendi. Bu çerçevede çıkarılan kararname, yapılan çalışmalar ve uluslararası kuruluşların konuya eğilmeleri sonucu yoğun bir uğraşıya girişildi.
Çarşamba günü Uluslararası Finans Enstitüsü (IIF) üyesi olan Akbank ile ortaklaşa düzenlenen toplantıda, ulaştığımız aşama ve ileriki safhalarda nelere dikkat etmemiz gerektiği konuları tartışıldı. Konunun derinliklerine inildi.
DERSLER İYİ ÇALIŞILMIŞ
Bugüne kadar uluslararası finans merkezi olmak için gerekli koşulları ezberledik. İstanbul'u rekabetçilik açısından dünyada mevcut 75 finans merkezi arasında üst düzeylere çıkarmak için nelerin gerektiğini belirledik.
Yasal çerçevenin, vergi mevzuatının, altyapının, insan unsurunun, ulaşımın, kültürün ve siyasi desteğin gerekliliği üzerinde durduk.
Toplantıya katılan bakanların ve yetkililerin vergi ve yasal düzenlemeler dahil kritik alanlarda atılması gereken adımlar konusunda kararlılıklarını gördüm. Belirlenen sorunları çözeceğimize inancım arttı.
Dolayısıyla doğru yoldayız.
MAKROEKONOMİK ÇERÇEVE VE PİYASALARIN DERİNLİĞİ
Ancak yukarıda sözü edilen sorunları çözdükçe önemli bir finans merkezi olmak için başka koşulların önümüze çıktığını da gözledim.
Peki bunlar neler?
■ Önce makroekonomik çerçevenin doğru bir çizgide sürdürülmesi şart. İstikrarlı bir Türk Lirası, yeterli büyüme oranı ve düşük enflasyon, güçlü bir finans merkezi konumuna erişmenin olmazsa olmaz koşulları.
Toplantıda bir paneli yönetirken, katılımcılara "Dikkatimi çeken dünyanın en iyi 10 finans merkezinin bulunduğu ülkelerde yıllık enflasyonun yüzde 3'ün altında olduğunu" anımsattım, fikirlerini sordum. Panelistler tek haneli enflasyonu yeterli gördüler.
■ İkinci önemli noktayı JP Morgan Securities'ten Michael Marrese, Dünya Bankası'ndan Martin Raiser ve Euroclear Başkanı Sir Nigel Wicks koydu. Finans piyasalarında derinliğin sağlanması, makul bir iç tasarruf oranına sahip olunması ve özel sektör firmalarının da bu derinliğe ayak uydurmalarının şart olduğunu söylediler.
Dolayısıyla İstanbul'un bilançosunun aktif ya da varlık tarafı güçlüyken, aynı güçlülüğü pasif ya da yükümlülük tarafında da göstermemiz gereğine işaret ettiler. Yükümlülük demek, finans merkezi için yeterli iç kaynağa sahip olmak demek oluyor.
Güçlü likidite ve fonlama olanakları bir şehri daha üst düzeylere taşıyor. Bizim Körfez ülkeleri gibi "Ulusal Refah Fonlarımız" olmadığı için bunu kendi iç tasarruflarımızla yaratmamız gerekiyor.
Sir Nigel Wicks, İstanbul'u Sydney'e benzeterek, Sydney'in finans merkezi olmasını sağlayan en önemli faktörün hükümetin geçmişte uygulamaya koyduğu emeklilik sistemiyle oluşan uzun vadeli fonlardan kaynaklandığının altını çizdi. İyi bir finans merkezinin hedge fonlar gibi ezotik fakat kısa vadeli fon akımlarından uzak durmasının faydalarına değindi.
İstanbul'un önümüzdeki 10-15 yıl içinde önemli bir finans merkezi olması için bunları da dikkate almamız gerekiyor.