Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        Ankara’dan önemli bir isim, Atatürk Havalimanı tartışmalarına yeni bir boyut getirecek bilgiyi aktardı. İki pistin; 17-35 sağ ve sol pistlerin üzerine yapılmakta olan salgın hastanesiyle gündemde olan havalimanının geleceğinden Milli Emlak Genel Müdürlüğü sorumlu olacakmış.

        Ulaştırma Bakanlığı ve Devlet Hava Meydanları İşletmesi (DHMİ) üzerinden tartışılan Atatürk Havalimanı için yeni muhatap Çevre ve Şehircilik Bakanlığı’na bağlı olan Milli Emlak Genel Müdürlüğü...

        Çünkü Atatürk Havalimanı, havacılık yapma özelliğini yitirdiği için Milli Emlak Genel Müdürlüğü’ne devredilmiş. DHMİ’ye tahsisli olan meydan, tahsis edilme şartlarını kaybetmesi sebebiyle Milli Emlak tarafından geri alınmış. Ancak Atatürk Havalimanı’ndan VIP uçuşlar, genel havacılık faaliyetleri ve kargo uçuşları yapılması için yeni bir tahsis söz konusu.

        Ataköy-Florya yönündeki 05-23 pistinin bahsedilen uçuşlar için kullanılması için düzenleme yapılmış. Yetkili kaynağım Havacılık Enformasyon Yayını’nda (Aeronautical Information Publication - AIP) bu detayların yayınlanmış olduğuna da dikkat çekti.

        Meraklılarına duyurulur.

        Bal gibi sahtekarlıklar!

        Yıllardır arıcıların sırtından geçinen aracılar, balı bal olmaktan çıkarmışlar. Ürettiği bir miktar balla ödül alıp, markalaştığını sanıp başkalarının her türlü ürünleriyle pazar hakimiyeti kuranlar var. Dağdaki göstermelik organik ürünüyle tüm ovanın balını satmaya kalkanlar var.

        Devasa tesisler, toplama ve dağıtım ağlarıyla, filtrasyon ve pastorizasyon yöntemleriyle kendilerine göre bal geliştirmiş olanlar bile var. Bulunduğu şehrin “Arıcılar Birliği” başkanı olup sahte bal ürettiği için Tarım Bakanlığı tarafından ifşa edilen de var. Hasılı sektör çok karışık. Hakimiyet gerçek arıcılarda değil, onların sırtından geçinenlerde.

        Başta Tarım ve Orman Bakanlığı yetkilileri olmak üzere devletimizin ilgili kurumları da yıllarca müdahale etmemiş, edememişler. Bu yüzden Tarım Bakanı Aralık’da en fazla sahtekarlığın balda yapıldığını itiraf etmişti. Şimdi anlaşılıyor ki Bakan Bekir Pakdemirli bu sözleriyle bir şeylerin değişeceği işaretini vermiş.

        Bakanlık şimdiye kadar, her sene kimin nasıl sahtekarlık yaptığını, yeni model bal oyunlarını raporlayıp halkımıza ifşa ediyordu. Mevzuatlar aynı olunca da taklit ve tağşiş cephesinde değişen bir şey olmuyordu.

        Geçen hafta Resmi Gazete’de yayınlanarak yürürlüğe giren “Türk Gıda Kodeksi Yönetmeliği Bal Tebliği” Türkiye’de en fazla sahtekarlığa maruz kalan baldaki bu durumu biraz değiştirecek gibi görünüyor. Diğer bir ifadeyle yeni tebliği sektöre biraz çeki düzen verecek.

        Bu durumda elbette şunu sormak gerekir. Doğru düzgün bir tebliğ çıkaramayan, piyasayı kontrol edemeyen kamunun bu işlerde payı ne kadar? Eğer bakanlık ve diğer ilgili kurumları hemen yeni tebliğe uygun denetim ve kontrolleriyle yapmazlarsa eski alışkanlıklar devam edecektir. Çünkü piyasanın büyükleri aynı zamanda maddi gücü olan, lobisi, tanıdığı, siyaseten gücü olan isimler, şirketler.

        Eğer yeni tebliğin getirdiği yenilikler sıkı uygulanır, denetimler yapılırsa ne olur biliyor musunuz? Baldaki sahtekarlıklar önemli oranda azalır. Gerçek arıcılar emeğinin karşılığını alır, olması gereken sözleşmeli arıcılık modeli yaygınlaşır ve ballar kaynağına göre değerini bulur. Ayrıca arıların ölümüyle kamu ve ilgili çevreler daha yakından ilgilenir. Rastgele, kontrolsüz ilaçlamalar da yapılmaz.

        Bitmedi markete, bakkala giden, sağdan soldan bal tedarik eden tüketici de yeni dönemde satın alacağı balın önemli oranda özelliğini, kaynağını, paketleme şeklini ve ham bal mı, yoksa işlenmiş (ısıtılmış) bal mı satın aldığını bilecek. Marketlerdeki şıkır şıkır duran ve besin değeri neredeyse olmayan işlenmiş balları da umarım artık kimse almaz.

        Türkiye Arı Yetiştiricileri Merkez Birliği, akademisyenler, sektörel dernek temsilcileri,Tarım ve Orman Bakanlığı temsilcilerini yeni bal tebliği sebebiyle tebrik etmek lazım. Geç kalınmış bir işi yerine getirmiş oldular. Eksiklikleri olabilir, ama benim ulaştığım kaynaklar bu tebliğin bal sektörü için devrim gibi olduğunu söylediler.

        Sektörün disiplinsizliği sebebiyle bal paketleme firmalarının çoğu balları aşırı ısıtarak 15 ile 30 dakika arasında 70-80 santigrat derece ısıtarak ve içindeki faydalı enzimleri yok ederek balların kristalleşmesinin önüne geçiyorlardı. Balda yapılmaması gereken bir uygulama, bu durumu engelleyecek bir tebliğ olmaması sebebiyle gerçekleşiyordu. Artık olmayacak. Bal doğal haliyle kristalize olabilecek. Bundan böyle markette tüm balları aynı renkte, kıvamda, berraklıkta görürseniz almayacaksınız. Çünkü nerelerden toplandığı bilinmeyen balların aşırı ısıtılarak bu hale getirildiğini artık biliyor olmasanız bile mevzuatlar izin vermeyecek.

        Artık bal ararken “ham bal” tanımına dikkat edeceksiniz. Ham bal ısıl işlem görmemiş ve içerisindeki polenler tutulacak şekilde filtre edilmemiş baldır. Tebliğ yeni haliyle oldukça kapsamlı ve sahtekarlığı önlemeye matuf detaylı unsurlar içeriyor.

        Türkiye arıcılıkta dünyanın ikinci ülkesi, ama doğru dürüst tebliği, yasal düzenlemeleri yoktu. Artık var. Ve ülkemize özel son derece değerli bir bal çeşidi olan çam balı tebliği de hak ettiği şekilde doğru tanımlanmış. İhracat potansiyeli olan bu değerli balı ne kendimiz tanımışız, ne de dünyaya tanıtma imkanımız olmuştu.

        Bal paketlemesi yapan büyük şirketlerin her türlü balı ısıl işlemden geçirmeleri sebebiyle ballar değerini yitirdiği için ihracat imkanları da yoktu. Tebliğle daha iyi imkanlarda ihracat fırsatlarına kapı aralanmış oldu.

        Ayrıca yeni düzenlemeyle bitki ismi ile satılan ballarda zorunlu hale getirilen polen ve maltoz şekeri analiziyle de balda sahteciliğin ciddi anlamda önüne geçilecek. Balların aşırı ısıtılarak kristalleşmesinin engellendiğini tüketici bilmiyor, bu konuda yanıltılıyordu. Artık etiketinde “ham bal” ifadesi yazan ürünün ısıtılmamış ve kovandan geldiği hali ile besin değeri korunmuş bal olduğunu bileceğiz.

        Umarım bal mevzusu böylece kapanmış olur. Ancak baldan sonra sahtekarlık yapılan bir başka arı ürünü ise propolis olduğu biliniyor. Elimde iki rapor var. Biri yabancı bir laboratuvara, diğeri de İTÜ’ye ait. İkisi de Türkiye piyasasındaki propolis içeren ürünleri incelemiş, analiz etmiş. İstanbul merkezli bir şirket dışında hiçbiri sınıfı geçememiş. Etiketleriyle içerikleri tutmuyor.

        Korona virüs sebebiyle insanlar bağışıklık sistemlerini güçlendirmek için propolis içeren ürünlere ilgi gösteriyor, ama bu ürünlerin yönetmeliği, tebliği,yasal alt yapısı yok. Baldaki büyük paketleme şirketleri, bir ödülle her şeyi pazarlayan balcı firmalar propoliste de çeşitli sahtekarlıklara imza atıyorlar. Tarım Bakanlığı’nın acilen bu konuya da el atması gerekiyor.

        Son uyarı; Sakın doğal, organik, markalı gibi algılara kapılmayın. Balıyla ödül alanların aldatıcı pazarlama taktiklerinin, ürün satma tekniklerinin tuzağına düşmeyin. Bir kalem ödüllü, limitli ürünüyle reklam ve pazarlama yaparak başka yerlerden çeşitli yöntemlerle bolca bal tedarik edip yüksek fiyatlardan satanlar olduğunu unutmayın!

        Uçakta sosyal mesafe zor!

        Covid-19 salgını sebebiyle orta koltuğu boş bırakarak uçuşlar yapan havayollarının sosyal mesafe anlayışları tartışılıyor. Uluslararası Hava Taşımacılığı Birliği – IATA da sosyal mesafeli uçuşların maliyetler sebebiyle olamayacağını açıkladı.

        Bu şekildeki uçuş programıyla şirketlerin çok para kaybedecekleri ortada. Şu an Körfez’den Emirates, Amerika’dan United havayollarının gibi şirketlerin kendilerine göre uyguladığı orta koltuğun boş bırakılması yöntemi sosyal veya makul mesafe olarak kabul edilmiyor. Eğer sağlık uzmanlarına danışıp bir çözüm bulunacaksa ne olacağı aşağı yukarı belli.

        Uçakta sosyal mesafe uygulaması için 2 yolcu arasında 2 metrelik aralığın korunması gerekiyor. Bir yolcunun yanından, arkasından ve önünden böyle bir düzenlemeye gidildiği an 200 kişilik bir uçağa en fazla 40 kişi binebilir. Bu yaklaşımla bilet fiyatları yükselir, uçuşlar tercih edilmez.

        Uçakta sosyal mesafe meselesi sadece havayollarını ve ilgili sivil havacılık otoretilerini ilgilendirmiyor. Asıl söz sahibi olacak, onay verecek makamlar ülkeler ve sağlık otoriteleri. Dolayısıyla onların kabul edeceği uçuş noktalarına, onların evet diyeceği şartlarda seferler yapılabilecek. Ama yine bitmiyor. Sağlık ile havacılığın yakın çalışarak yeni kurallar da belirlemesi icap ediyor.

        Mesela 10 bin metre yükseklikte, bir türbülans olsa veya bir yolcu rahatsızlansa kim nasıl müdahale edecek? Acil iniş nasıl olacak? Kısa uçuşlarla, uzun hatlarda farklı uygulamalar, kurallar söz konusu olacak mı?

        Uçağa her yolcu kabul edilmeyeceğine göre yeni sağlık prosedürleri, testler ve raporlar gündeme gelecektir. Netice itibariyle bu gün tartışıldığı şekliyle havada sosyal mesafeyi koruyarak uçuşların yapılması salgın açısından sıkıntılı bir durum. Ne olacağı belirsiz. Uçuşların salgını kontrol altına almış ülke ve şehirler arasında başlamasını beklemek daha makul bir yaklaşım olur.

        Diğer Yazılar