Kendi OHAL'imi ilan ettiğim evimden mektup
Uzun zamandır yazamadım kusura bakmayın çünkü şu kişisel OHAL günlerinde bir dakika boş vaktim yok. Bugün evdeki 24’üncü günüm. Günler nasıl hızlı geçiyor inanamıyorum. Yıllardır haldır haldır koşturmaktan evde yapılacaklar listesini hep ertelemişim.
Eğlence hayatını da özlemiyorum. Zaten çok bayılmazdım gece çıkmaya ve şimdi anlıyorum ki benim derdim bir şey kaçırmamakmış. Artık bir şey kaçmadığına göre içim rahat. En geç 21.00 dedim mi uyuyorum, 05.00’te ayaktayım. Kendi adıma şu günlerde özlediğim iki şey var. Biri yürüyüş yapmak diğeri de birine sıkı sıkı sarılmak…
Karantinanın ilk günlerinde arkadaşlarımla cep telefonlarının ev partisi aplikasyonlarıyla buluştuk. Üçüncü gün sildim uygulamayı çünkü o da çok vakit alıyor. Vaktim yok diyorum, kimseye inandıramıyorum.
O gümüş yüzükler yıllardır parlatılmayı bekliyordu; bir diş macunu bir fırçayla hepsini pırıl pırıl yaptım. Çocukken mutfağımızda patlayan düdüklü tencere travmam olmuştu. Düdüklü tencere kullanamıyordum, üzerine gide gide kendimle konuşa konuşa o korkumu hallettim. İki gündür mis gibi yemekler yapıyorum kendisinin içinde. Dünya klasiklerini yeniden okuyorum büyük bir keyifle.
BAZI ŞEYLERİ BİLMEK İSTEMİYORUM
Kornişlerin içi ve kenarları acayip toz tutuyormuş meğer. Ayda bir oraların tozunu almak şartmış. Perdeyi çıkarınca anladım. Bir de müthiş bir şey keşfettim, perde hafif nemliyken asarsan ütüye gerek kalmıyor.
Camları silmek için de en ideali, bulaşık deterjanı ve az sirkeli su ama sonra pamuklu bir bez ile güzelce kurulamak gerekiyor.
Twitter çoğu zaman sinirimi bozuyor. Mesela ben Ece Erken’in 3600 liralık aidat hariç 12.500 lira kira ödediği bilgisine neden sahibim? Bilmemek de bir tercih bence ve bilmemeyi tercih ederdim. Erken evli sevgilisinden ‘Hatamdan döndüm’ diyerek ayrılmış ama eklemiş “Geçmişi elimde”. Gözdağına gel… Benden gidip de eşine dönersen, yakarım seni, diyor özetle.
Instagram desen, canlı yayın yapmayan bir bizim mahalle bakkalı ile manavı kaldı. Konuşmaya, anlatmaya ne meraklıymış insanlar halbuki biraz dinleseler, dinlenseler ya.
SOKAKTA YAŞAMAK ZORUNDA KALANLAR İÇİN
Sosyal medyada işe yarar şeyler olmuyor değil yine de. Hakan Altun sokakta yaşamak zorunda olan ya da sahipleri tarafından terk edilen hayvanlar için bir klip yapıp Instagram’ında yayınlamış. ‘Aşk Sokağı’ şarkısının “Terk edildim demeye dilim varmadı” kısmını Hakan Altun söylüyor biliyorum ama yine de klipteki kedi söylüyormuş gibi hissettim, içim acıdı. Klibi izleyenlerin aklına sokak hayvanlarını beslemek gelmiştir umarım.
Sokakta yaşamak demişken, TÜMYAD (Tüm Yardımlaşma Derneği) adlı derneğin Twitter hesabına denk geldim. Sokakta yaşayan (yaşamak denirse) çaresiz insanlara ve hayvanlara öncelikle gıda ama yanında battaniye, kıyafet gibi acil ihtiyaç destekleri sağlıyorlar. Ben çok takdir ettim yaptıkları işleri, siz de bir bakın neler yaptıklarına.
YouTube’da ilgi alanlarına göre çok iyi programlar var. Onları izliyorum. Şaman ritüellerini araştırıyorum bugünlerde…
Biri size laf soktuğunda o an cevap veremeyenlerdenseniz, yani hazırcevap değilseniz ve sonradan ‘keşke şunu söyleseydim’ diye aklınıza çok iyi bir cümle geliyorsa bunun adı ‘merdiven nüktedanlığı’ymış. Fransızca’dan girmiş dilimize. Sonradan aklına gelmek yani. Bana çok olur bu.
Johann Hari ‘Kaybolan Bağlar’ kitabında “Doğru insanlarla, bana başarılı olduğumu değil, sevildiğimi hissettirecek insanlarla vakit geçiriyor muyum” sorusunu sorduruyor. İnsan şu yalnızlıkta kim doğru kim yanlış anlıyor zaten… Hari kitabında, hayatı anlamlı kılmak için sürekli alışveriş yapan ve marka bağımlısı olanlara, içinde bulundukları ruh durumunu anlatıyor. Giyinme dolabıma bakıyorum. Gerçekten ihtiyacım olandan fazlası var burada. Biz evdeyken mevsim değişiyor. Artık kışlıkları toplamak ve bir daha alışveriş yaparken üç kere düşünmek lazım.
KİBARLIK KILIFINDA CİNAYETLER
En sevdiklerimiz dahil, insanların gözlerinin içine bakarak canlarını yakmanın psikolojideki adı ‘kibarlık kılıfında cinayetler’miş. Çok sevdim bu tanımı. Bunu da Mine Özgüzel’in yazdığı ‘Edebiyat Terapi’ kitabından öğrendim.
Kendimi Carl Gustav Jung gibi hissediyorum. Öğrencileri “Hocam ölüyorsunuz” dediklerinde “Tüh ya bendeki şansa bak, aşağılık kompleksimi yeni keşfetmiştim halbuki” dediğinde 80 küsur yaşındaymış. Öğrenmenin ve kendimi keşfetmenin yaşı yok.
Sonunda orkidelerin tamamının şeffaf saksıya geçirdim. Orkide kökünün mutlaka güneş görmesi gerekiyormuş. Ha bir de onları tepeden sulamıyorum; bir kovaya batırıp çıkarırsam daha iyi etki ediyor.
Yapılacak çok iş var, görüşürüz…