Boğaz'a yunus gelmiş diyorlar, yok artık!
Bu kadar uzun süre evde oturunca öyle akıl sağlığımı filan kaybetmedim şükürler olsun ama aklımı acayip şeylere taktım. Sessizliğe mesela…
Bilimsel olarak, sessizlik beyindeki ve vücuttaki gerginliğin azalmasını sağlıyor. Her gün bir süre sessizce duruyorum. Heart (Kalp) dergisinde yayınlanan bir araştırmaya göre, iki dakikalık sessizliğin rahatlatıcı olarak bilinen müzikten bile daha fazla sakinleştirici etkisi varmış insan üzerinde.
*
Nomofobi, telefonsuz kalma ya da online olamama korkusunun adıymış. Ne korkular türettik değil mi?
Korkuların yanı sıra komplo teorileri üretmede de çok başarılı insanoğlu. Covid 19 ile ilgili komplo teorileri onlarca filme senaryo olur. Deneysel Sosyal Psikoloji Dergisi (Journal of Experimental Social Psychology) tarafından yayımlanan bir araştırma raporu, insanların diğer insanlarla ilişkileri bozulduğunda yani bir çeşit yalnızlık yaşadığında, komplo teorilerine inanmaya daha meyilli olduğuna dair bir makale yayınladı. Şu sıralar pek çoğumuz yalnızız, bilmem anlatabildim mi?
*
Sosyal medyayla arama bir parça mesafe koydum. Çünkü takip ettiğim insanlar ve ilgi alanlarım konusunda ne kadar steril olursam olayım orada gördüğüm çoğu şey beni mutlu etmiyor. Steril derken, ciddiyim. Örneğin, haber siteleri ve köşe yazarları, Ebru Şallı evladını kaybettikten sonra onun hakkında yapılan çirkin yorumları eleştirdi. Oysa ben o çirkin yorumların tek birini bile görmedim. Ben sadece, insanların Şallı’nın acısına ortak olmaya çalıştıklarına şahit oldum. Ama dedim ya, ne kadar steril olursan ol, tamamen kaçamıyorsun kötülükten. Biri birine iftira attığında ya da bir adaletsizliği gördüğümde ruh dengem bozuluyor. Sosyal mesafe şart
*
Prof. Dr. Ahmet Murat Bülbül’ün 2017 yılında basılan ‘Bülbül’ün Kuyusu’ kitabı elimde. Bilgilendirici ve kısa hikayelerden oluşan kitabın 44. sayfasında ‘Defter’ başlıklı yazısından alıntılıyorum: “Osmanlı döneminde mali durumu gelişmiş olanlar, Ramazan ayında özellikle de Kadir Gecesi’nde bakkal, manav, kasap gibi esnafların dükkanlarına giderlerdi. Esnaf da veresiye defterinden herhangi bir sayfa açar, sayfanın altında yazan borcun tamamı zenginler tarafından ödenirdi. Ödedikten sonra kimin borcunu ödediğini bilmeden, ‘Allah kabul etsin’ der, dükkândan çıkarlardı. Ne esnaf ne de borçları ödenenler, borçları kimin ödediğini bilmezdi. Zamanla bu davranışın adı ‘Zimem (Borç) Defteri’ kaldı. Bu defter bitti mi kimsenin borcu yok mu esnafa? Veya o borçları özellikle kimse görmeden ödeyecek biri mi yok?”
Bülbül’ün bu sorusunun yanıtı, kısa süre önce Ankara Büyükşehir Belediye Başkanı Mansur Yavaş’ın önderliğinde başlatılan bir kampanya ile geldi. Meğer Yavaş’ın yaptığı, aslında çok güzel bir Osmanlı geleneği olan ‘zimem defteri’ni yeniden hayata geçirmekmiş.
*
İstanbul Boğazı’nda ilk kez yunusları görüp de ‘insanlar çekildi yunuslar geldi’ diyenlere de aklımı taktım. 40 yıllık İstanbulluyum ve o yunuslar ilkbahardan sonbahara sürü olarak takılırlar Boğaz’da. Özellikle Sarıyer, Anadolu Kavağı ve Kadıköy açıkları her daim yunus sürülerinin görülebildiği yerlerdir. Motor sesinden rahatsız oldukları bilinmesine rağmen yine de Üsküdar-Beşiktaş vapurunun etrafında hoplayıp zıplayan pek çok yunus gördüm bugüne dek. Diyeceğim o ki, yunuslar hep buradaydı da siz neredeydiniz? E, o telefonu elinizden bırakıp bir kez denize bakmazsanız işte şimdi böyle yunuslar geldi diye sevinçten çıldırırsınız. Kuşlar cıvıldıyor diyenler için de aynı şey geçerli. O kuşlar hele de baharda bir saniye susmaz ki… New York’ta o şehir gürültüsünün içinde cırcırböceğinin sesini duyup da peşine düşen Kızılderili’nin hikayesini bir kez daha okumanın tam zamanı.
*
Bu evde oturma işi doğaya pek tabii ki yaradı. Yapılan ölçümler, büyükşehirlerde hava kirliliğinin yüzde 32 oranında azaldığını söylüyor. Yakın arkadaşım oyuncu Aslıhan Gürbüz bu süreci Bursa’da ailesi ile geçiriyor. Geçen sabah evlerinin balkonundan çektiği bir videoyu yollamış. Hayretler içinde çünkü daha önce pencereden sadece Uludağ’ın tepeleri görünüyormuş. Aslıhan diyor ki, “İnanamıyorum! Uludağ’a kadar en az iki dağ daha varmış önümüzde. Fabrika bacaları durup hava temizlenince ilk kez gördük, şaşkınlık içindeyiz.”
Doğaya laf olsun diye değil gerçek anlamda, tanıdığım en saygılı ve sevgi dolu insandır Aslıhan. Çevreyi bile isteye kirleten, piknik yaptığı yede bebeğinin kirli bezini bile bırakmaktan çekinmeyenler için bir fikri var. “Bu, her şeye zararlı insan tipine yüksek bir para cezası uygulansın” diyor ama aynı zamanda çok şahane bir öneri daha getiriyor. Eğer kişilerin 10 metre civarında bir evsel atık bulunursa, bunu sen atmamış olsan bile sen de cezalandırılmasın. Böylece insanlar birbirlerini kontrol edebilecek. Çok iyi fikir değil mi?