Allah (CC) her şeyden haberdardır...
HEPİMİZİN sıkça duyduğu, bu sebepten de anladığını zannederek üzerinde çokça durmadığı kelimeler vardır. Halbuki bir söz, bir kelime; kullanan kişiye ve kullanıldığı duruma göre farklı anlamlar içerebilir.
Bu durum Allah Teâlâ’nın ayetleri için de böyledir. Kur’an-ı Kerim’de tekraren “Namazı kılın”, “Oruç tutun”, “Zekât verin” denildiğinde “Biliyoruz işte namaz, oruç, zekât” deyip geçmemeliyiz. Kul; Allah Teâlâ’yı idrak etmek için yaratıldığından, kendinden haberdar olması, o kendinden haberdar oluşla “Benim Rabb’im kim?” sorusunu kendisine sorması lazımdır. Cenab-ı Hakk; her şeyi bilen, yerlerde ve göklerdeki bütün gizli ve aşikâr hâllerden haberdar olandır. Bu durum “El-Habîr” esması ile tecelli etmiştir.
“Habîr” ism-i şerifi; Kur’an-ı Kerim’de geçmektedir, fakat hep bir şeylerle beraber kullanıldığı için yani “Allah (CC) yaptıklarınızı bilir, sakladıklarınızı bilir, amellerinizi bilir, söylediklerinizi bilir” şeklinde karşımıza çıktığı için “Habîr” kelimesinin üzerinde fazla durulmaz.
ALLAH’TA (CC) SENİN BÜTÜN DÖKÜMÜN VAR
Evvela dilimizde sıkça kullanılan “haber” kelimesinden başlayalım. Haber dediğimizde neyi kastederiz biz günlük hayatımızda? Mesela biri size gelip “Senin çocuğunun ismi bu, bak sana haber getirdim” dese, “Ben bunu biliyorum zaten” deriz. Sıradan, alelade bir şey haber bültenine konulsa “Bu haber mi kardeşim, bunu niye bana söylüyorsunuz?” deriz.
Demek ki haberde, lüzumsuz olan değil, kişiye lazım olan, gerekli olan malumat kastedilir. Malumatı analiz eden, hayati ehemmiyeti olan haberlere ise “nebe” denir. Nitekim enbiya, nebi kelimesi de buradan gelir. Nebe kelimesindeki haber ile haber kelimesinde kastedilen bilgi arasında fark vardır.
Haber kelimesinde; sizin kendi uğraşlarınızla da haberdar olabileceğiniz, bilgi alabileceğiniz kaynaktan bahsedilir. Fakat nebe kelimesi öyle değildir. Kendi uğraşınızla elde edemeyeceğiniz haberlere sahiptir nebiler. Nebe; bizim bilemeyeceğimiz, kaynak bulamayacağımız ancak bir kişi görmüşse ondan öğrenebileceğimiz bilgidir. Fakat haber dediğimizde kişinin başka kaynaklardan da bunu öğrenmesiyle alakalı bir bilgiden bahsederiz. Allah Teâlâ’nın “El-Habîr” ism-i şerifini, Kur’an-ı Kerim’de beyan ettiğinde; başka kelimelerle birlikte kullanması; insanların “Bu yaptığım işi sadece ben bilirim, iyice saklarsam kimse öğrenemez” düşüncesine kapılmamaları içindir.
“El-Habîr” kelime anlamı olarak bakıldığında hem haberdar olan, hem de haber veren manasına gelir, “hadise vukuu bulmadan evvel, kendi ilminde bu haberin kendisinde bulunduğu zat” demektir. Bugün ilahiyatçı geçinen fakat asla Kur’an-ı Kerim’in; insaf, iman ve izanına maalesef mazhar olamayan kişiler, haşa “Allah (CC) kulun fiilini önceden bilmez, ancak kul o fiili işleyince haberi olur” demektedirler. Halbuki basit bir Arapça bilgileri olsaydı, o ayetleri doğru şekilde anlarlardı.
Allah Teala; senden, senin yapacağın amellerden ezelden haberdar olan, yegâne zattır. Allah’ta (CC) senin bütün dökümün var, bütün künyen var. Kul neleri yapabilir? Hangisini tercih edecek? Allah (CC) ilminde her şeyden haberdardır.
EL-HABÎR İSM-İ ŞERİFİNİ ÇOKÇA ZİKRETMELİYİZ
Burada bizlere düşen Allah’ı (CC) bilmek, O’ndan (CC) haberdar olmak için gayret göstermektir. Biz şu anda bile birisinden haber alırken onunla iletişime geçeriz, konuşurken o da bizden haber alır. Bir insanın kendisini bilgi toplama ihtiyacında hissetmesi bile, Allah’ı (CC) tanıması için ona verilmiş bir yazılım programıdır.
O yüzden herkes meraklıdır aslında. Din ve iman; insana kendisine lazım olan haberleri ayıklayabilme kabiliyetini verir. Peki bir insan niye bu kadar çok şeyi merak eder? Gerçek haberdar olması gereken şeyle meşgul olmayan bir insanın, “Tabiat boşluk kabul etmez” fehvasınca muhakkak başka yığıntılarla, lüzumsuz haberlerle, zihni, beyni, hayatı işgal edilmiştir. O sebepten her merak meşru değildir.
Allah’tan habersiz yaşamamak için “El-Habîr” ism-i şerifini çokça zikretmek ve fikretmek lazımdır vesselam.
***
KISSA
İBRÂHİM Ethem, Belh Sultanı iken tahtı tâcı terk etmiş ve bir dergâha derviş olmuş. Mürşidini bulmuş ve hemen hizmetine koyulmuş. Bu yolda mesâfe kat edip kendisinde güzellikler görünmeye başlayınca mürşidi bir gün yanında bulunanlara demiş ki: “Şu İbrâhim Ethem’e yolda giderken sataşın, bakalım nasıl hâli? Sonra da ne yaptığını gelin bana anlatın.”
İbrâhim Ethem Hazretleri beş altı arkadaşıyla beraber tekkenin ilerisindeki yamacı aşıp odun toplamaya çıkmış. Yamacı çıkarken vazifelendirilen kişi, İbrâhim Ethem Hazretleri’nin topuğuna vurmuş. Hazret dönüp sadece bakmış. Görevli derviş bir daha vurmuş ve üçüncüsünde bacağa sağlam bir darbe indirmiş ve anında kan süzülmüş yere. Arkasına dönmüş İbrâhim Ethem ve “O sizin aradığınız İbrâhim Ethem, Belh’te kaldı” demiş.
Hadiseyi hayranlıkla izleyen dervişler şeyhlerine durumu anlatınca Şeyh Efendi onları irşâd eylemiş:
“Böyle dediğine göre demek ki Belh’i unutamamış hâlâ, hatırında Belh kalmış. İbrâhim Ethem odun taşımaya devam etsin.”