Hür insan...
SULTANIN biri methini duyduğu arif ve kâmil zatı ziyaret edip bu veli kişiyle tanışmak istemiş. Hazret’in tekkesine gelmiş, onunla sohbet etmiş ve hakikaten de kalbinde ve ruhunda bu zatın zarafet ve muhabbeti kendisini çok etkilemiş. Nice meseleler sorup cevaplarını almış ve bu zatın ilim ve irfanına hayran kalmış.
Müsaade isteyerek ayrılırken Sultan, “Efendi Hazretleri! İnşallah duanızı hep talep eder, bizi hayırla yâd etmenizi istirham ederiz” dedikten sonra, “Bir isteğiniz, arzunuz varsa yapmak, yerine getirmek ve hizmet etmek isteriz” diyerek şeyhe hayranlık ve sevgisini göstermek istemiş.
Lakin o saate kadar nasihat ve hizmetle sohbet ettiği zat bu suale çok tuhaf şekilde mukabele etmiş ve “Siz bizim hizmetimize güç getiremez, aciz kalırsınız. Tâkât getiremeyecek kimseden talepte bulunmak bizim erkânımızda yoktur” demiş.
‘KÖLELERİMİN YAPAMADIĞINI ONA HİZMETÇİ OLAN NASIL YAPABİLİR?’
Sultan çok şaşırmış, biraz da bu üsluptan rahatsızlık duymuş. Bunu, “Aman Efendi Hazretleri! Belki aciz bir kuluz tabii ki de lakin şunun şurasında saltanat sahibi, sultan makamında kimseyiz. Biz bu mülkte sizin işinizi göremezsek kim vereceğiniz işlere bizden daha fazla takat sahibi olabilir ki?” sözleriyle de aşikâr etmiş.
Belli ki bu sohbet sırasındaki o tevazu hali yerini nefse dokunulduğu için üst perdeden konuşmaya, kudret ve saltanatını hatırlatma haline dönüvermiş.
Ancak Sultan, bu arif zatın esas sohbet ve irşadını meclisin sonuna bıraktığını fark edememiş. Tâ ki o Şeyh Efendi’nin hikmetli son sözlerini duyuncaya kadar... Şöyle devam etmiş Şeyh Efendi: “Birâder, sen bize nasıl hizmet edeceksin ki! Bizim kölelerimizin kölesi olarak yaşıyorsun. Kölelerimin yapamadığını ona hizmetçi olan nasıl yapabilir?”
Bu sözler Sultan’ı adeta çarpmış, fakat az evvel sohbet ettiği zatın bu kadar da küstah olamayacağını ve işin içinde başka bir mana saklı olduğunu hissetmiş olacak ki sükûnet ve tecrübesiyle, içindeki birden parlamaya meyilli halini tutarak, “Bu nasıl bir söz! Anlayamadım Efendi, izah eder misiniz?” diyerek bu zata sual eylemiş. Aldığı cevap hepimizi irşad edecek güzellikte bir hikmetli ve ibretli söz olarak vicdanlarda yankı bulmuş.
Şeyh Efendi tebessüm ve merhametle, “Ah kardeşim ah... Bir ömür uğraştım; şu azgın ve rahatına düşkün nefsimi, heva ve hevesimi nihayet Rabb’imin izni ve yardımıyla bir hizaya getirip, kalpteki iman nurunun, saf ve temiz aklın, ruhun hizmetine girmesine muvaffak kılındım. Nefsimin esaretinden kurtuldum, nefsimi yani nefsani askerleri bir bir teslim aldım.
Kibrimi tevazuyla; gadap ve kavgacılığımı hilmle; aceleciliğimi sabır ve sükûnetle; hırs ve tamahkârlığı kanaatle; tembelliğimi çalışmakla; gafletimi zikirle; heva ve hevesimi akıl ve şuurla; yalanı sadakat ve samimiyetle; şehveti oruç ve ibadetin getirdiği şefkat ve merhametle; dünya zevkini ahiret lezzetiyle; nefsim için yaşamayı başkalarına hizmetle; cehaletimi ilim ve nazar ehli olan zatların sohbetiyle; her türlü kalp katılığı ve soğukluğunu ilahi aşkın hararetiyle; şaşkınlık, sapkınlık ve yol bilmezliğimi Kur’an-ı Kerim’in rehberliğiyle yendim.
Allah Teâlâ’yı ve Kur’an-ı Kerim’in hakikatinden nasiptar olmak için Resulullah Efendimiz’in (SAS) sünnetine tabi olup O’nun (SAS) ruhani ve nurani işaretlerini takip ederek, bu yolun güzel insanlarını Allah (CC) için severek Rabb’im elhamdülillah nefsimin esaretinden kurtardı ve nefsimi bu aciz kula köle eyleyerek hürriyeti nasip eyledi.
RABB’E KULLUK, HÜRRİYETTEN MAHRUM OLMAK DEĞİLDİR
Söyle bakalım ey Sultan! Bizim kölelerimizin kölesi olmuş biri nasıl bizim işlerimize yardım eder ve hizmeti tekellüf eder? Gadap, cehl, şehvet, hırs, cedel, tamah, gaflet, heva, heves, kin, kibir askerlerine esir olmuş kimseye ancak merhametle acıyarak dua eder, kurtuluşunu Rabb’imizden niyaz ederiz. Lakin hâşâ bu haldeki birinden işlerimizi görmek için yardım talebinde bulunmaktan hayâ ederiz.”
Nefsin esaretinde olan nasıl hür olabilir ki?
Bugün esir olan, nasıl istikbal hesapları yapabilir ve bunda ne kadar isabet edebilir ki?
Rabb’ine kulluk; hürriyetinden mahrum olmak değildir. Sanal ve hayal özgürlük yalanlarından uyanmak ve gerçek özgürlüğe kavuşmak, bedenlerde esir olan ruhumuzun ve emanet olarak bahşedilen mana saltanatımızın kendisini ahlak ve ibadet olarak göstermesi ancak nefse hâkim olunmakla mümkündür.
Bu manaya bağlanmadan yapılan her özgürlük ve hürriyet hamlesi ve çığırtkanlığı, insanı hem ferdi hem de topluluk olarak sadece zulme, başka güçlerin piyonu olmaya ve bu âlemde kendisine ve başkalarına huzur sahası bırakmayan canlılara dönüşmeye götürecektir.
KISSA
“Bir adam zerdali ağacına çıkmış. Başkasının bahçesine giren bu adam utanmadan, gayet rahat bir şekilde hem zerdali topluyor, bir yandan da yiyormuş. Bahçenin sahibi, bu adamı görünce, “Sen ne yapıyorsun orada, ayıp değil mi, koca adamsın utanmıyor musun?” diye sormuş.
Adam pişkin pişkin, “Niye utanayım? Bu ağaç Allah’ın (CC) ağacı, bu meyve Allah’ın (CC) meyvesi, ben de Allah’ın (CC) kuluyum. Ne diye utanıp yemeyecekmişim, bunun nesi ayıp?” demiş.
Bahçe sahibi adamı aşağı indirmiş, güzelce iple bağlamış, kırbaçla vurmaya başlamış. Hırsız adam, “İnsafsız, Allah’a (CC) ne yüzle bakacaksın?” deyince bahçenin sahibi, “Ne var ki? Ben Allah’ın (CC) kuluyum, sen de Allah’ın (CC) kulusun, kırbaç da Allah’ın (CC) kırbacı, niye vurmayayım?” demiş.
Ayet-i Kerime
EY îmân edenler! Allah’a (CC) ve Resûl’üne (SAS) itaat edin, Kur’ân’ı dinlediğiniz hâlde ondan yüz çevirmeyin. Tebliği duymazlıktan geldikleri hâlde “Tebliği duyduk” diyenler gibi olmayın. Allah (CC) katında, yeryüzündeki canlıların en kötüsü, gerçeği akletmeyen sağırlar ve dilsizlerdir. Allah (CC) onlarda bir iyilik olduğunu bilseydi, elbette onlara işittirirdi, onlara işittirseydi de yine aldırmayarak dönerlerdi. Ey îmân edenler! Peygamber (SAS) size hayat verecek şeylere davet ettiği zaman, Allah’a (CC) ve Resul’e (SAS) icâbet edin ve bilin ki Allah (CC) kişi ile kalbi arasına girer ve siz mutlaka O’nun (CC) huzurunda toplanacaksınız. Sadece içinizden zulmedenlere erişmekle kalmayacak olan bir azaptan sakının ve bilin ki Allah (CC) azabı çetin olandır. (Enfâl 20-25)
Hadis-i Şefir
“ALLAH (CC) sizden önce yaşamış olan bir kimseye rahmetiyle muamele etti. Çünkü bu adam satınca kolaylık gösterir, satın alınca kolaylık gösterir, alacağını isteyince, kabalık, sertlik değil, anlayış ve kolaylık gösterirdi.” (Tirmizî)
“MÜSLÜMAN bir kimsenin, bir malda kusur olduğunu bildiği halde, müşteriye haber vermeden satması haramdır.” (Buhârî)