Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        Dün, 6 Ekim idi; yani İstanbul’un işgalden kurtuluşunun 98. yıldönümü...

        Şimdiki nesil pek bilmez, bilenler de her nedense artık önemsemezler: İstanbul, 1918 ile 1923 arasında on altı ayı gayrıresmî ve iki sene yedi ayı da resmî olmak üzere azap verici bir işgal yaşadı.

        “Mütareke günleri” denen o dönem tarihimizin en karanlık sayfalarındandır ve İstanbul için dört sene boyunca tarif edilmez bir ıztırap olmuştur!

        Birinci Dünya Savaşı’ndan mağlûp çıkan imparatorluğun binlerce senelik başkenti işgale uğramıştı ama o günler hakkında şimdiye kadar bir-iki çalışma dışında gereken derinlikte araştırmalar yapılmadı. İşgal konusunda hem bizde hem de yabancı arşivlerde mevcut olan binlerce belge elden geçirilmedi ve yapılan yayınlar bu belgelerin çok az bir kısmı üzerine inşa edildi.

        Bizdeki işgalin çok daha ağırı İkinci Dünya Harbi’nin patlamasından birkaç ay sonra Fransa’da yaşanmış, Alman işgaline uğrayan Fransa iki ayrı kısma taksim edilmiş ve Paris’e 1940’tan itibaren dört sene boyunca Naziler hâkim olmuşlardı.

        Fransa’da, 2008’den, yani işgalin 70. yıldönümünden iki sene önce yoğun bir yayın faaliyeti başladı. Bu konu üzerinde daha önce de çalışılmıştı ama işgalin üzerinden yetmiş sene geçmiş olması tarihçilere yeniden bir şevk verdi. Nazi zulmü altında neler çektiklerini en ufak ayrıntısına kadar tarihe mâletmek istediler ve mübalâğa etmiyorum, sadece Paris’in işgalini anlatan yüzden fazla ciddî kitap yayınlandı.

        REKLAM

        Bu kitaplarda neler anlatılıyordu, bilseniz... Paris’in kurtuluşundan sonra işgal karargâhında ele geçirilen belgelerden Gestapo’nun Fransa’daki faaliyetlerine, Naziler’in eğlence mekânlarına, hattâ Alman askerlerinin devam ettikleri genelevlere kadar işgal altındaki Paris’in mahalle mahalle, sokak sokak öyküsü ve direniş macerası...

        Maksat, 1940 ile 1944 arasındaki karanlık günlerin bilinmesi idi ve bu işi mükemmelen yaptılar...

        Bizde ise böyle olmadı! Üniversite hocası bazı tarihçi arkadaşlarıma İstanbul’un işgalinin derinlemesine niçin ele almadıklarını sorduğumda, verdikleri cevaplardan bazıları beni hayli şaşırtmıştı: Osmanlı İmparatorluğunun başkentinin yabancı istilâsına uğradığını söylemekten utanılıyordu!

        Zafer gibi yenilgi de her millet için mukadderdir. Ama sadece zaferlerimizi gündeme getirip onlarla övünmemiz ve hatâlardan ders alınması gerektiği halde yenilgilerimizden bahsetmeyip bu yenilgilerin sebeplerinin ve neticelerinin üzerinde durmamamız eski âdetimiz olduğu için İstanbul’un işgalini de pek konuşmuyoruz. Sadece, Mustafa Kemal’in işgalin başlangıcında söylediği “Geldikleri gibi giderler” sözü hemen her vesile ile tekrar ediliyor ve her 6 Ekim’de Taksim’deki Atatürk Anıtı’na çiçek konulup kısa konuşmalar yapılıyor, o kadar...

        BU MASAL BİR TÜRLÜ BİTMİYOR...

        Şimdilerde ise işgal faciasını unutmamız bir tarafa, çok daha berbat bir zihniyetle karşı karşıyayız: İşgalin sona erişinin danışıklı döğüş olduğunu iddia eden ve İstanbul’un kurtuluşu ile hilâfetin kaldırılması arasında münasebet kurmaya uğraşan bir güruh ortalıkta dolaşıp duruyor!

        İstanbul’daki işgal birliklerinin, özellikle de İngilizler’in şehri “tek bir kurşun bile atmadan” terketmelerinin sebebi güya İsmet Paşa’nın Lozan’da hilâfetin çok yakında kaldırılacağı konusunda teminat vermesi imiş, hattâ İngiltere Başbakanı Lloyd George ile bu hususta gizli bir anlaşma bile imzalamış ve İstanbul’daki işgal bütün bu gizli temasların ardından son bulmuş!

        REKLAM

        Bu şekilde tuhaf iddiaları ortaya atanlar, geçmişte de daima sırtlarını dayayacakları muhalif bir kaynak bulmaya çalışmışlardır. Millî Mücadele ve Lozan hakkındaki saçmalıklar bir ara 150’likler listesine dahil edilip sürgüne gönderilen Mevlânzade Rıfat’ın “Türkiye İnkılâbı’nın İçyüzü” isimli kitabında yazdıklarına dayandırılmıştı; Mevlânzade’nin yerini de Rıza Nur ve Rıza Nur’un seneler sonra bulunup 1970’lerde yayınlanan “Hayatım ve Hatıratım”ı aldı...

        Ama her iki kitapta da tek bir belge bile mevcut değildi fakat bol bol kin ve nefret vardı!

        Bugünlerde “Lozan’da, İsmet Paşa ile İngiltere Başbakanı Lloyd George arasında gizli bir anlaşma imzalanmıştı” masalını yaymaya uğraşanlar da kendilerine güya bir kaynak buldular: İddialarını Mustafa Kemal Paşa’nın sınıf arkadaşı olan Kemal Ohri adında eski bir subayın 28 Şubat 1947’de Cumhurbaşkanı İsmet İnönü’ye gönderdiği ve şimdi Cumhuriyet Arşivi’nde muhafaza edilen mektubuna dayandırıyorlar.

        Lozan’da imzalandığını iddia ettiği gizli anlaşmayı mektubunda bir-iki satırla geçiştiren Kemal Ohri böyle bir anlaşma hakikaten mevcut olsa ve kendisi de ayrıntılara vâkıf bulunsa kimbilir daha neler yazardı, neler!..

        Aslı-faslı olmayan ve hiçbir kaynağa dayanmayan iddialarla dolu bir mektubu dillerine dolayanlar Kemal Ohri’nin aynı arşivde bulunan ve 8 Eylül 1950’de Cumhurbaşkanı Celâl Bayar’a gönderdiği ve aynı şekilde saçmaladığı bir diğer mektubundan ise nedense hiç söz etmiyorlar!

        Hakikaten farketmedikleri yahut işlerine gelmediği için görmezden geldikleri ikinci mektup da Cumhurbaşkanlığı Cumhuriyet Arşivi’nde “30-1-0-0-41-242-17” numaradadır, diğeri gibi abuk-subuk akıl vermelerle doludur ve yine aynı arşivde Kemal Ohri’nin birtakım malî işleri ile alâkalı dilekçeleri de vardır!

        Sırtlarını hayalî söylentilerle dolu böyle uçuk bir belgeye dayayıp ahkâm kesenlere işgalcilerin İstanbul’u tek el silâh bile atmadan terketmeleri ile hilâfet meselesi arasında hiçbir münasebet bulunmadığını anlatabilmek ne mümkün?

        1880’den itibaren dünyanın dört bir tarafında girdikleri savaşlardan bıkan İngilizler’in artık barış istediklerini, Boğazlar’ı elden çıkartmama derdindeki Başbakan Lloyd George’un bu inadı yüzünden 19 Ekim 1922’de istifa etmek zorunda kaldığını, İngiltere’nin dominyonlarının Türkiye’ye yeni birlikler göndermeyi kabul etmediklerini, Kuvâ-yı Milliye’nin Çanakkale’deki tarafsız bölgeye girmesi üzerine İngiliz İşgal Kuvvetleri Kumandanı General Charles Harington’un Londra’nın verdiği ateş açma emrine kazanma ihtimali olmadığı için uymadığını, hilâfetin kaldırılmasına İngiltere’nin şiddetle karşı çıktığını ve bütün bu konularla alâkalı evrakın İngiliz Arşivleri’nde bulunduğunu, üstelik araştırmacılara da açık olduğunu söyleyeceğim fakat devletin kurucu babalarına hakareti farz kabul edenler bunların hiçbirini dinlemeyecek, okumayacak ve araştırmayacaklar!

        REKLAM

        Hilâfetin kaldırılması meselesinin ayrıntılarını Son Halife Abdülmecid Efendi’nin bende bulunan evrakına dayanarak ileride yazacağım ama “İstanbul’un tek kurşun atılmadan geri alındığı” saçmalığı hakkında şimdilik kısa bir hatırayı nakledeyim:

        İşgal kuvvetlerinin İstanbul’u terkettikleri 6 Ekim 1923’te Şükrü Nailî Paşa’nın kumandasındaki birliklerimizin şehre girişine şahit olanlar, “Türk askerleri kum gözlükleri takmışlardı... Kum fırtınası falan yoktu, hepimiz sevinç gözyaşı döküyorduk, askerler de ağladıklarını göstermemek için kum gözlüklerinden medet ummuşlardı” diye anlatırlardı.

        “İstanbul’un işgali İngilizler ile hilâfet konusunda imzalan gizli anlaşma ile son bulmuştur, hilâfetin kaldırılması da bu anlaşmanın gereğidir” diye gevelemek, Millî Mücadele’ye katılmış bütün kahramanların hatıralarına hakaretten ve bir zilletten ibarettir!

        Diğer Yazılar