1987 referandum örneği ve Erdoğan
Dünkü yazıma yönelik tam da beklediğim gibi hem iktidar hem de muhalefet cephesinden tepki var. Bunların hepsine bugün cevap vereceğim.
Benim yazım çok dikkatli okunursa o yazının esas muhatabının muhalefet değil devlet olduğu, ya da diğer deyimle rejim ve iktidar olduğu görülecektir.
Bana cevap veren nerdeyse tüm gazeteci dostlarım yazıyı baştan sona okumadan sosyal medyada gördükleri bir cümle ile tweet attıkları için içeriğini anlamamışlar. Hakikat-sonrası çağda yazarlar bile bir metni okumadan saldırabiliyor. Böyle tuhaf bir dönemdeyiz.
Benim yazım her iki kanada da seslenirken esasen güç sahibi, iktidar sahibi olan tarafa mesuliyet yükleyen bir yazıydı.
Çünkü 14 Mayıs gecesi seçim sonuçlarını “50.2” hatta Özgür Mumcu’nun tabiriyle “50.01” diye açıklayıp sonra da “Atı alan Üsküdar’ı geçti” diyerek YSK’nın da onayıyla kazandığını ilan etme gücü muhalefette yok iktidarda var. Ancak devletin böyle bir gücü olabilir. Dolayısıyla yazımın muhatabı bu güce sahip olanlardır.
Bu ülkede şu an hükümet, rejim, iktidar, devlet kavramlarının tamamen iç içe geçtiğinin farkında bile olmayanların “muhalif” olabilme şansları yok. Onlar ancak iktidara fayda sağlayabilir.
Mesela bugün “muhalefet” çevrelerinde hala “Ben hükümete muhalifim ama devletimin hizmetindeyim” cümleleri kuran onlarca siyasetçi ve gazeteci var. Hatta böyle düşünmeyen gerçek muhalif çok çok az.
Halbuki mevcut Türkiye’de bu minvalde cümleler tamamen retro ve anlamsız bir zihniyete tekabül eder.
2023’te “Olivetti daktiloları mı yoksa Remingtom daktiloları mı daha iyidir?” tartışması yapmaktan farksız bu. Outdated.
Bugünün dünyasında ne Olivetti kaldı ne Remington ne de daktilo. Artık başka bir dünya var.
Muhalefet cephesinden mesela Fatih Portakal’dan bana yönelik “Türkiye’de anayasa var. 50 artı 1’i bulan seçimi kazanır. Herkes saygı duyar” itirazını bu olivetti-remington tartışması gibi manasız buluyorum.
Sadece Fatih Portakal değil, muhalif isimlerden Özgür Mumcu da benzer şeyler söylüyor. Tarafsız çizgide duran Cüneyt Özdemir de aynı şekilde. Bu arkadaşlarımızın itirazları şimdiki siyasal rejimi iyi tahlil etmediklerini gösteriyor.
Ayrıca Fatih Portakal şuna cevap vermeli: Recep Tayyip Erdoğan’ın 50.1 alarak salt çoğunlukla kazandığını YSK 14 Mayıs gecesi saat 23 gibi açıkladığında Sözcü TV olarak “Tamamdır. Adam kazandı. Hayırlı olsun” mu diyecekler? Cüneyt Özdemir’i bu noktada ayırıyorum. Özdemir öyle bir neticeye karşı da itiraz etmeyebilir.
Aynısını 14 Mayıs gecesi FOX TV’de yayın yapacak Murat Yetkin’e de soruyorum.
Lütfen dürüst olun, konforlu muhalefet yapacağınıza bugünkü tablonun ne olduğunu önce bir analiz edin.
Yetkin’in bana sorduğu 1987 referandumu konusu zaten bugün benim örnek vereceğim konuydu. Cüneyt Özdemir de dün bana tweetinden bahsetti. Fakat o dönemi bizzat yaşamış sevgili Murat Yetkin’in de 1987 referandumuna dair temel gerçekleri unuttuğu anlaşılıyor.
Evet, 1987 siyasi yasakların kalkması referandumu ucu ucuna geçmişti. Yetkin diyor ki “Özal bunu kabul etmişti”
Doğru ama tamamen eksik bir cümle. Özal kabul etmenin daha da ötesinde bir iş yapmıştı ki benim de bugün iktidar sahiplerinden ricam o tavırdır.
Birand’ın “Özallı Yıllar” belgeselinde Mehmet Keçeciler anlatır. Keçeciler’e göre ANAP’ın o referandumda örgüt olarak sandıklar konusuna daha da yüklenerek ve YSK’ya itirazlarda bulunarak “Hayır” çıkmasını sağlaması mümkündü.
Fakat Özal saat 23 gibi başa baş gelen sonuçları görünce, yani yüzde 50 benim yanımda diye düşününce direkt erken seçime gitme kararı aldı ve ANAP örgütlerine “Sandık sonuçlarına itiraz etmeyin. Yeniden sayım istemeyin” talimatı verdi.
Sonuçlar belli olmadan ve açıklanmadan gece yarısı basın toplantısı yaptı ve erken seçim kararı aldı. Nitekim 1987 genel seçimleri de 6 Eylül 1987 referandumundan hemen 1 ay sonra oldu.
Özal’ın siyasi yasakları referanduma sokma kararı demokratik açıdan bir rezaletti aslında. Fakat sandıklara yüklenerek ucu ucuna “Hayır” çıkmasını da sağlamaya çalışmadı. Bu da erdemli bir hareketti.
Türk siyasi tarihinde çok örneği var bunun. 1994 İzmir seçimlerini gece Yüksel Çakmur kazanmıştı. Burhan Özfatura o zaman Başbakan ve DYP Genel Başkanı olan Tansu Çiller’i örgütleri ayağa kaldırmak noktasında göreve çağırdı. “Oylarımız çalınıyor” dedi. Sabah olduğunda neticeler Özfatura lehine dönmüştü. Bu sefer de Çakmur çöplere atılmış oy pusulalarının yanında poz vererek seçimin elinden alındığını söyledi. Böyle örnekler çoktur.
Ben 14 Mayıs gecesi bir şenlik gibi kutlansın, güzel bir ortam olsun istiyorum.