Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        BAKMAK ve görmek iki ayrı kavram. Gözler sağlam, kafa (eh işte) “sağlam”, bakıyorsun, göremiyorsun... Kristof Kolomb Amerika’yı keşfederken kıtadaki yerlilerin (daha önce beyinlerinin hiç analiz etmediği bir tür obje olduğu için) yaklaşan gemilere bakıp da, onları ta ki kıyıya demir atıncaya kadar görememiş olmaları gibi bir şey bu. İnanılır gibi değil! Hayatında gemi görmediği için gözler bakıyor ama görmüyor. “Cam duvar fenomeni” olarak adlandırılıyor insanoğlunun bu garip “bakar körlüğü”.

        İşin bir fiziksel yanı var tartışılacak bir de manevi. Nasıl olur da (kör olmadığın halde) gözünün önünde var olan bir şeye bakar ama onu göremezsin? Olsa olsa dalgınlıktır diye düşünüyor insan ama hayır, dalgınlık falan değil... Olaya ağır çekim olarak bir göz atarsak: Herhangi bir objeye baktığımızda özetle 4 olay birbirini takip ediyor: 1. Uyarı, 2. Kaydetme, 3. Organizasyon ve 4. Yorum. Bakınca önce görsel korteks uyarılıyor. Sonra beyin bakılan şeyin ne olduğunu kaydediyor. Ardından (saliseler içerisinde) “önemli” ya da “önemsiz” kararı veriyor. Sonuçta da “görmeye değer” ya da “görmeye değmez” diye yorum yapıyor. Olay burada bitmiyor tabii. “Hatıralarınızın depolandığı bellek kütüphanenizde” ufak bir yoklama yapılıyor. Daha önceki tecrübe edindiğimiz herhangi bir görüntüyle bir ilişkisi olup olmadığı “inceleniyor”. Bilinç ve bilinçaltı da yoklanıyor. Ve bütün bunların ardından iki karardan biri veriliyor ve emir geliyor:

        A. Beni ilgilendiriyor, kayda değer: GÖR!

        B. Algılama sınırlarımın dışında, önemsiz: GÖRME, ÖNEMSEME, GÖRSEN DE UNUT!

        Bu fenomenin kişinin eğitim durumuyla pek fazla bir ilgisi olmadığı söyleniyor. Sadece bakar körlüğün geçerli olduğu alan ve çeşit değişiyor, o kadar. Bu yüzden bakıp da görmemeye örnekler asıl bilim dünyasında var.

        BİLİM GERÇEKTEN İLERLİYOR MU?

        Bu soruya verilen genel yanıt: E, herhalde! Hem de her gün, hatta saniye saniye bilim ilerlemeye devam etmekte... Benim yanıtım ise biraz daha değişik: Her gün eklenen yeni bulgular ve teknolojik gelişmeler sınırlı, esnemeyen kalıplara hapsedildiğinden dolayı bilim debeleniyor, can çekişiyor. Bir de bilimi alet ederek para kazanan tüccarların, sadece konum kazanmak için bilimcilik oynayan köşe kapmış sözde akademisyenlerin ve de bilim adamı sıfatıyla dolaşan şarlatanların çeşitli ayak oyunlarıyla gerçek bilim insanları ve bilim sağdan soldan ekstra darbeler yiyor. Bütün bunlara müdahale edebilecek bakar körler ise “beyin”ciklerine emir veriyorlar: GÖRME!

        Benim bireysel olarak gözlemlediğim “görme engelliliğe” örnekler genelde tıbbi araştırmalar ve uzay teknolojisi camiasından. Nasıl yani? Geniş ufukları olan uzay teknolojisinde de mi var bu “bakar körlük”? Evet! İnanılmaz buluşlar, engellemeler, yeniliklerin sebepsiz prangaya vuruluşu... Bu yüzden bütün teknolojik gelişmelere rağmen (örneğin) dünyadan fırlatılan roket, uzay istasyonuna 15 dakikada ulaşırken biz hâlâ Houston’dan İstanbul’a 12 saatte uçuyoruz. Hâlâ “uzay teknolojisi” Mars’a ve başka gezegenlere yolculuğu yerçekimsiz uzay gemilerinde yapabileceği hayalleriyle trilyonlarca dolar proje paralarıyla “kumda oynuyor”. Uzayda 8 aydan fazla kalan astronotların kalp krizi geçirdikleri bilim dünyasına anons edildikten sonra “Mars’a gönüllü yolcu” aramanın başka ne gibi bir açıklaması olabilir ki? Peki ne yapmak gerek? Her şeyden önce insanoğlu olarak beyinlerimize kazılan düşünce sınırlarımızı, etrafımıza çektiğimiz camdan duvarları yıkıp atmamız gerekiyor. Örnek olarak üzerinde sadece “GÖREN” göz ve beyinlere sahip bilim insanlarının çalıştığı, diğerlerinin dalga geçmeye devam ettiği, “Uzay Yolu” dizisinde seyrettiğimiz ilginç bir olasılıktan bahsedeceğim: Teleportasyon yani ışınlanma!

        Teleportasyon nedir, gerçekleşme olasılığı nedir? Vikipedi’nin açıklaması aynen şöyle: “Işınlanma veya teleportasyon, kişinin bedeninin veya bir eşyanın bulunduğu mekânda yok edilip bir anda başka bir mekânda ortaya çıkarılabileceği düşüncesine verilen addır. Gerçekte yapılabileceğine dair herhangi bir deney veya olumlu bir yöntem yoktur.”

        İlk iki cümle doğru olmakla birlikte son cümle tamamen zaten görmekte zorluk çeken beyinlere hepten “at gözlüğü takma” görevi görmektedir. Tam tersine bilimle ilgili yazılan her cümle yeni olasılıkları, hipotezleri konuşarak “göz açma” görevi taşımalıdır. Şimdi “at gözlüklerimizi” bir kenara bırakıp başka bir gözle görmeye çalışalım:

        Bilim adamı Prof. Michio Kaku, “Uzay yolu dizilerinde seyrettiğimiz ışınlanma dahil birçok teknoloji bir gün uygulanabilecek” diyor. Katılıyorum. Çünkü bu olaya gülmek demek Maryland Üniversitesi’nde yapılan bir atomu bir yerden başka bir yere ışınlayabilme başarılarını hiçe saymak demektir (Physical Review Letters, 29 Mart 1993). 2014 yılında Science Dergisi’nde yayımlanan Hollandalı bilim insanlarının bilgi ışınlamada attıkları devrimsel adımı umursamamak demektir. Kuantum teleportasyon çalışmaları dün başlamış bir konu olmadığı ve çok başarılı sonuçlar alındığı halde tüm dünyada maalesef yeterince desteklenmemektedir. Oysa bir molekülün bir yerden diğer yere ışınlanma başarısını önümüzdeki 10 yıl içerisinde bizler, bizler göremezsek çocuklarımız mutlaka görecekler. Elbette bir molekülün transferiyle bir canlının ışınlanarak transferi arasında çok büyük fark var. Işınlanmak sadece fiziksel bilgisinin transferi olmakla ve transfer olanın zarar görmesiyle kısıtlı şu an. Bu yüzden bir insanın trilyonlarca atomuyla bir yerden başka bir yere ışınlanması var olan bilgilerimiz ve kapasitemizin çok çok dışında (yine de tekrar ediyorum: SADECE ŞİMDİLİK). Işınlanan insanın fiziksel yapısı, anıları, duyguları, umutları hayalleri ne olur bilemiyoruz. Buna benzer yüzlerce binlerce soru yanıtsız. Ama yine de sorular yanıtsız diye sunulan hipoteze “İmkânsız” demek son derece yanlış. İnsanoğlunun uzayda ışınlanarak yolculuk yapabilme hayali değil, asıl gezegenler arası yolculuğun roketler içerisinde organları çatlatıp, patlatarak tıngır mıngır roketlerle, (kapalı ortamda kalmak yüzünden) bir ton psikolojik depresyonların esiri olarak gerçekleştirilebileceğini düşünmek komiktir.

        VLADİMİR PUTİN’İN IŞINLANMA PROJESİ

        Vladimir Putin’in geçen ay ışınlanmayla ilgili araştırma projelerine trilyonlarca dolarlık yatırım yapılmasına olur demesi gerçekten takdire şayan. Yazımın başında bahsettiğim gemi görmemiş yerlilere geminin ne olduğunun anlatılmaya başlanması gibi bir şey bu. Konu hakkında büyük buluşların hızlandırılması için bir de tarih verilmiş: 2035! Putin, uluslararası savaşların gelecek yıllarda topla tüfekle değil bilgisayar yoluyla ve de (kuantum) ışınlanma tekniğinde ileriye atılacak adımlarla gerçekleşeceğini sık sık dile getirmekte. En büyük ülkelerin bile sadece bilgisayar sistemlerinin hack’lenerek ekmek kırıntısı gibi ufalanacağını, bundan kurtulmak için bilgi transferinin ışınlanma yoluyla yapılmasının gerektiğini her fırsatta anlatmaya çalışıyor.

        Haklı mı? Evet! Yapılacak tek şey bizlerin de artık bilime (bakar körlerle değil, imkânsıza inanmayan yenilikci beyinlerin yardımıyla) sımsıkı sarılması ve en azından diğer ülkelerle eşit güçler oluşturulması için yeni adımlar atılması.

        Teleportasyon demişken, konuyla ilgili bir de dudak uçuklatan gözlemlerden birine değinmeden geçemeyeceğim: Dünyanın çeşitli yerlerinde hiçbir alete ihtiyaç duymadan bazı materyalleri (saat, böcek, kâğıt parçası) düşünce gücüyle bir yerden diğer bir yere ışınlayabilen küçük çocuklar ve gençler hâlâ bilim insanlarının kafalarını meşgul etmekte. Olaylardan birine bire bir şahit olan fizik doktoru Eric Davis sanırım hepimize en güzel mesajı veriyor: “İnsanoğlu artık kendi şekillediği kalıplardan çıkarak düşünmeye başlamalı. Bunu gerçekleştirmek için önce ‘imkânsız’ kelimesinin yerini ‘nasıl yapılabilir’ sorusu ile değiştirmeli. Yanıt bulamadığı yerde susmalı, direnmemeli, imkânsızı gerçekleştirene danışmalı. Egonun yok edilmesi gereken noktaya geldik.”

        Diğer Yazılar