Bir dağ, bir teşekkür, bir huzur
SÖZE önemli bir haberle başlamak istiyorum. Peki ne tür habere “önemli haber” denir? En çok tıklanan haber midir önemli olan? Yoksa en çok reklam alan, sosyal medyada paylaşılan mı? Gazetelerin birinci sayfalarında yer alan, günlerce tartışılan olabilir mi o önemli haber? Kesinlikle hayır! Çünkü abartılı, sansasyonel, gerçek dışı haberler de bu kategoriye rahatça girebilirler. Bir haberin önemi, o haberin hayatımızda oluşturduğu etkisiyle doğru orantılıdır. Bu etki fiziksel de olabilir, manevi de... O haber dikkat de çekebilir, öneminin farkına varmadan es de geçilebilir...
Önemli haber, üzerinde düşünüldüğü zaman “beyninizin uyuyan hücrelerini dürten” haberdir. Örnek vereyim: İlk kez 2015’te duyulup zaman zaman gündeme gelen, “havadan, sudan haber” sınıfında yer almış, bugünlerde “nereden estiyse” gene gündeme gelmiş bir haber var mesela: Norveç’te, komşu ülke Finlandiya’nın bağımsızlığını kazanmasının 100. yılı onuruna, bu ülkeye bir dağ hediye edilmesi yönünde bir kampanya başlatıldı. Bütün ülkede son derece pozitif tepkiler alan kampanya sayesinde, büyük bir ihtimalle 2017 yılında tek bir dağı olmayan Finlandiya’nın bir dağı olacak. Nordik Simit adlı blogda verilen bilgilere göre, Norveç’in sınırını biraz içeri çekmesiyle Halti Dağı Finlandiya‘nın en yüksek noktası olacak. Kampanyanın sahibi Bjørn Geirr Harsson, Telegraph Gazetesi’ne verdiği röportajda “Çok az toprak kaybederek, yani yüzölçümümüzü hiç de önemli olmayacak kadar daraltarak komşumuz için çok hoş bir hediye vermiş oluyoruz” dedi.
Nasıl haber ama? İlginç mi? Evet ilginç! Peki bu haberin bizim hayatımızdaki etkisi nedir ki “önemli” sınıfına girsin? Sanırım en büyük etkisi düşündürmesi. Mesela bu haber bana “Ülkemizin neyi eksik?” diye düşündürdü. Cumhuriyet’imizin 100. yıldönümü kutlamalarında başka ülkelerce bize ne hediye edilse pek hoşa geçer sizce? Dağ desen var, nehir desen bol. Ya çöl, deniz, orman, göl? “Eee verimli toprak verelim?” dense... O da var! Petrol, bor, kömür kaynakları... Var, var, var! Dört mevsimimiz, eşit dağılmış gecemiz gündüzümüz, engin kültürümüz, misafirperverliğimiz, hoşgörümüz, yaratıcı gücümüz... Hani bu tür değerler transfer edilebilse bile onların da âlâsı var. Her ülkeye verilecek bir hediye düşünebildim oysa. Bizim gerçekten her şeyimiz var. Huzurdan başka...
Tam bu noktada durdum. Çünkü “Huzurdan başka” dedikten hemen sonra şikâyetler listesi dizdiresi geliyor insanın. “Bilmem ne olmasa huzurumuz da olacak ama...” diye giriyoruz söze, ardından makineli tüfek gibi başlıyoruz saymaya... Liste uzadıkça uzuyor... Sadece ülke ile ilgili değil, bireysel huzursuzluklarımızda da “yok olan ve yok eden”e endeksli düşünceler depresyona yaldızlı davetiyeler gibidir... Huzursuzluk ve mutsuzluk katili olarak sayılacak sebeplerin, dizilecek şikâyetlerin sonu yok... Huzur o sayıp döktüğümüz listede saklı değil inanın. Huzur aslında, hayatımızdaki pozitife, ama aynı anda “en negatif”e karşı da yazabileceğimiz bir “teşekkür mektubunda” gizlenmiş bekliyor.
TEŞEKKÜR MEKTUBU
O dağın hediye edileceği dümdüz göller ülkesi güzel Finlandiya’da yaklaşık 10 yıl, Amerika’da da 8 yıl yaşadıktan sonra 2008’de “bilim insanı” kimliğimle Türkiye’ye dönmüş, 3 yıl iş arayıp bulamamış, 2011 yılında tekrar Amerika’ya gönlü kırık olarak dönmüştüm. Gazetelerde “NASA’dan geldi, iş bulamadı, geri döndü” başlıklarıyla yazıldı hikâyem. Geçen hafta da (nedense) yine gündeme gelmiş aynı haber. On binlerce paylaşım, yüzlerce yorum, bir o kadar da “Çok üzüldük” mesajları aldım. Duygulandım...
Bugün daha iyi anlaşılıyor o yıllarda çaldığım kapıların yüzüme kapanmasının ardında yatan muhtemel sebep. Kim bilir belki de işe alınmak için FETÖ üyesi olmaktı kriter. 3 yıl süreyle iş başvurularıma verilen negatif yanıtlarda (dosyalarca sunulan bilimsel yayınlar ve uluslararası patentlere rağmen) “Bilimsel yetersizliğiniz sebebiyle uygun görülmediniz” denmesinin ardında başka ne sebep olabilirdi ki?
Kimbilir kaç bilim insanı, kaç sanatçı, kaç vatana hasret insan benzer engellere takıldı? Adları saklı, kalpleri kırık, vatana hasret çok beyin göçtü ülkemizden. Sebebini anlamadan... Olay Neva’nın hikâyesi olmaktan çok daha öte aslında. Yurtdışına çıkanlarla da kısıtlı değil. İş başvurularından geri döndürülen, çalıştığı işten sebepsiz kapının dışına tekmelenen kaç vatansever var bu ülkede...
Peki yaşanan haksızlıklardan sorumlu insanlara da mı teşekkür etmek gerekiyor? Evet! Her ne kadar “düpedüz saçmalık” gibi geliyorsa da kulağa, yapılması gereken bu. Bizi biz yapan her bireye teşekkür etmek gerek. Gerçekten huzuru bulmanın tek yolu bu.
Senin, benim, hepimizin adına bir teşekkür mektubu yazdım. Altına imza atmak size kalmış:
Hayatımda parmak izi olan insan, Büyüten, okutan, öğreten, besleyen, seven, destekleyen, yol gösteren, gurur ve saygı duyan, kucaklayan, karanlıkta ışık tutan, idolüm, liderim, bekçim, gözleyenim, adaletli, onurlu sen... Seni hiç unutmayacağım. Sayende İNSAN olmayı öğrendim.
Aldatan, kandıran, köstek olan, kıskanan, karalayan, umursamayan, dışlayan, sevemeyen, egosu yüksek, yalanlarla aklanan, manevi değerleri kayıp, bencil sen... Seni de hiç unutmayacağım. Sayende SAPKINLIĞIN neler yaptırabileceğini gözledim.
Verdiğin mutluluk kadar mutlulukla, uyguladığın doğrular kadar doğrularla dolu bir yaşam dileyerek teşekkür ediyorum. Kendimi bulmamdaki, ülkemi daha çok sevmemdeki rolün büyük.
İmza
Fark ettiniz mi? İmkânsız gibi görünen iki kavram da imkânsız değil aslında. Evet! Bir dağ başkalarının mutluluğu için hediye edilebilir. Ve evet! Huzur birilerince gasp edilebilir ve ne ilginçtir ki gasp edenlerden alınan derslerle huzurun çok daha büyüğü inşa edilebilir.