Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        BANA insanoğlunun yemediği bir canlı adı söyleyebilir misiniz? Tadını beğendiklerimizi direkt, beğenmediklerimizi, una şekere bulayıp, kızartıp, haşlayıp, limon sıkıp, etle karıştırıp, mıncıklayıp, baharatlarla tatlandırıp kemali afiyetle yiyoruz.

        Zehirli falan olması da kurtarmıyor, bu sefer de bir şeylere şifalı olduğunu bulup, zehrini çıkarıp ya da nötralize edip, adını "gurme" koyup, ilaç yapıp, kokular katıp, "allayıp pullayıp" yine lüp diye mideye yolluyoruz.

        Bütün bu uğraşlara rağmen tadından değil de hazmedemediğimiz için yiyemediğimiz tek bir şey var. O da ne biliyor musunuz? Ağaç, yani odun! O da düne kadardı! Selüloz bitkilerdeki hücre duvarını oluşturan kompleks bir karbonhidrattır. İnsanlar selülozu sindirecek enzimlere sahip olmadığından ve geviş getiremediğinden zavallı ağaççıklar şimdiye kadar diplerine darı ekilmekten kurtulmuşlardır.

        Fakat FDA olarak anılan Amerikan Gıda ve İlaç Dairesi, bazı formlarını "sağlığa zararsız" ilan ettikten sonra selüloz, yiyeceklerde (özellikle dondurmalarda, mayonezlerde, soslarda ve bazı bisküvilerde) yerken ağızda kremimsi bir kıvam oluşturmak amacıyla kullanılmaya başlanmıştır. Aldığınız bu tür yiyeceklerin içerik kısmında E460ii olarak tanımlanan, dozunu biraz fazla kaçırdığınız an ishal ve şişkinliğe sebep olan madde aslında toz selülozdur.

        Özellikle kilo kaybetmek isteyenleri cezbeden "uzun süre tok tutar veya lifli" tanımlamalarıyla satılan, normalde "yiyecek olmayan yiyecekler" de büyük olasılıkla selüloz içermektedir. Peki selüloz madem bir karbonhidrat, bunu işleyerek hazmı sorun olmayacak gerçek bir gıda formuna dönüştürmek mümkün mü?

        Bu fikirden yola çıkan Virginia Politeknik Enstitüsü bilim insanı Dr. Percival Zhang, ilginç bir buluşa imza attı. PNAS isimli bilimsel dergide geçen hafta yayımlanan araştırmasının özeti şöyle: İnsan diyetinin % 40'ını nişasta oluşturmaktadır. Selüloz binlerce şeker (glikoz) molekülünden oluşmaktadır, nişasta da şeker moleküllerinden oluştuğuna göre o zaman selülozun yapısıyla biraz oynayarak nişastaya dönüştürmek mümkün olabilir mi?

        Bunu başarabilmek için Dr. Zhang, selülozu moleküllerine ayrıştıracak bir enzime ihtiyacı olduğunu düşünerek projesini şekillendirmeye başladı. Bu enzimi salgılamaları için toprak bakterileri, topraktan izole edilmiş mantar çeşitlerini, genleri değiştirilmiş e.coli gibi mikroorganizmaları cam fanusta bir araya getirdi. Daha ilk denemesinde kendi deyimiyle bir "mucize" gerçekleşti.

        Bu karışımdaki mini canlıların saldıkları enzim kokteylinin bir bölümü selülozu moleküllerine ayırıyor, diğer bir bölümü de bu molekülleri doğru konfigürasyonla bir araya getirerek nişasta benzeri yenilebilir bir madde oluşturuyordu.

        Elde ettikleri, lezzeti şekere benzeyen bu beyaz tozun analiz edildiğinde yemeklere katılabilecek kalitede olduğu anlaşıldı. Fakat asıl ilginç olan, bu "nişastanın" aynı zamanda şeffaf, esnek ve doğada çözünür plastik yapımında da kullanılabilmesi. Birçok bilim insanına göre, bu teknik geliştirilerek ucuza mal edilebilirse dünyada açlık sorunu resmen ortadan kalkabilir.

        Henüz tam olarak geliştirilemeyen bu teknikle 200 kg selülozdan 20 kg nişasta oluşturmak için 1 milyon dolar gibi bir harcamaya gerek duyuluyor. Fakat yapılan hesaplamalara göre 2050 yılında büyük harcamalar yapmaya gerek kalmadan dünyanın % 30 yiyecek ihtiyacı bu yolla karşılanabilecek.

        Araştırmanın devamı için proje yazımları son sürat devam ederken düşünüyorum da, insanoğlu gerçekten çok zeki! Ah keşke o zekâyı biraz da karnını doyurmak için var olanı sonuna kadar yiyip tüketmek yerine yok olmaya başlayanı korumada da kullanabilse. 2050’de vay ormanlarımızın haline...

        23 Nisan Egemenlik ve Çocuk Bayramı’nızı ağaç yemeye gerek duymayacak bir gelecek dileğiyle kutluyorum.

        Akdeniz ülkesi olmanın en büyük faydası

        DÜNYADA yüksek oranda ürik asit, kronik böbrek ve kalp rahatsızlıkları ile tip 2 şeker hastalığının hızla artış sebepleri moleküler düzeyde incelenirken, Journal of Gerontology isimli bilimsel dergide yayımlanan bir araştırma, bu hastalıkların aslında tamamen yeme tarzından kaynaklandığını ileri sürdü.

        7 bin 500 kişi üzerinde yapılan araştırmaya göre Akdeniz yemekleriyle beslenen insanlarda adı geçen hastalıklara çok az rastlanıyor. Tabii her Akdeniz'de yaşayanın Akdeniz usulü yemediği de bilindiğinden "sağlıklı" olarak kabul edilen yeme tarzı şu şekilde özetleniyor: Birkaç değil çok çeşitte sebze ve meyve tüketimi, baklagillerin her çeşidi, çiğ kuruyemişler, kepekli buğday, beyaz et, günde 1 çay bardağı kırmızı şarap ve çok az kırmızı et tüketimi.

        "Bunları zaten biliyoruz ve yine de hastayız" dediyseniz, o zaman kendinize soracağınız iki soru var: "Neden uygulamıyorsunuz? Alışverişe çıktığınızda daha önce hiç tatmadığınız ya da nadiren tattığınız Akdeniz meyve ve sebzelerine eliniz neden hiç uzanmıyor?"

        Fazla kilolarla ilgili kandırmaca

        BESLENME ve diyetetik uzmanı Gary Taubes, yaptığı basın toplantısıyla obeziteyle ilgili araştırma yapan tüm bilim insanlarına bir çağrıda bulundu. Bu çağrıda verdiği mesajın özeti şöyle:

        "Yıllardır obeziteyle ilgili her kafadan bir ses çıkması, çözüm getirilebilir bir problemi kangrene çevirmiştir. İnsan neden kilo alır? Fazla yemekten mi? Hayır! Çok az yiyerek kilo alan insanlar var. Metabolik bozukluklardan mı? Hayır! Aynı metabolik yapıya ve diyete sahip iki insandan biri süratle kilo verirken diğeri süratle kilo alabilmektedir.

        Açlıkla kilo verilir mi? Hayır! Bir süre sonra verilen kilolar geri alınmaktadır. Kalorisi son derece yüksek, besin değeri düşük yiyeceklerin piyasaya sürülmesi engellenmemektedir. 1950'lerden bu yana insanların fazla kilolarını vermesi için "çaba gösteren" tüccar zihniyetler başarıya ulaşamadığı için kronik hastalıklar süratle artmaktadır.

        Fazla kilo sorununun kişiden kişiye değiştiği doğrudur. Fakat bilim insanlarının kilo sorununu çözmek için birlikte çözüm aramadıkları da bir o kadar gerçektir. Buluşu olan patentleyip köşeyi dönme derdindedir. Artık tüm fikirlerin bir araya getirilme ve bu büyük soruna 'Dur' deme zamanıdır."

        Evet, şahane bir çağrı... Tabii duyan ve de uyan olursa...

        Diğer Yazılar