Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        15 Temmuz hain darbe girişiminin 3. yıl dönümünü geride bıraktık.

        Üçüncü yılında çok daha profesyonel organizasyonlar yapıldığı gözlerden kaçmadı. Hafıza Müzesi fikri ve içeriği bile başlı başına çarpıcıydı. Merdivenlere dizilmiş şehit ayakkabılarına bakıp da boğazı düğümlenmeyen tek bir kişi yoktur.

        Bugünü “unutmama” gereğine dikkat çekilirken, “toparlanma, hayata devam etme” ve 15 Temmuz’da darbecilerden kurtarılan ülkeye, şehitlere layık olma, “ileri bakma” temasını işleyen mesajlar anlamlı, yerinde ve “yeni”ydi.

        Ancak önceki yıllarla aynı aksta giden şeyler de vardı ve maalesef çoğunluktaydı.

        15 Temmuz hâlâ bir milli birlik ve beraberlik günü haline getirilebilmiş değil misal. İktidar ve muhalefet arasındaki “15 Temmuz restleşmelerinin” devam ediyor olması tatsız ve daha önemlisi geleceğe yönelik umutları kırıyor.

        NASIL OLUYOR DA HEDEF OLAN ERDOĞAN AYNI ZAMANDA FAİL SAYILABİLİYOR?

        Muhalefetin “kontrollü darbe” iddiası ve tezini artık dillendirmiyor oluşu iyi. Ama Engin Özkoç’un TBMM’de yaptığı 15 Temmuz konuşmasında yer alan ve buram buram rövanşizm içeren “siyasi ayak” vurgusu hem nahoş hem tehlikeliydi.

        Muhalefetin rejimin dindarlar üzerindeki baskılarının FETÖ’ye adam devşirme fırsatı verdiğini görmezden gelmesi ve “Siz besleyip büyüttünüz” diyerek FETÖ’nün bütün sorumluluğunu AK Parti’ye yıkma ve “siyasi ayak” diyerek AK Partili siyasetçilerden hesap sorma eğilimi ve bu hesap sormanın kapsam ve sınırlarını nereye kadar genişletmeyi planladığının bilinmemesi 15 Temmuz’la ilgili ortak bir duygudaşlığın oluşmasını engelliyor.

        Bi’ karar versek?

        FETÖ’ye karşı iktidar muhalefet beraber mi mücadele edecek yoksa FETÖ mazeret edilerek Erdoğan’ı yargı karşısına çıkarma hevesi mi var? Hem FETÖ’nün 15 Temmuz’da Erdoğan’ı hedef aldığını kabul edeceksiniz hem de aynı kişiyi ve dönemin AK Partili siyasetçilerini FETÖ ile ortak olmaktan dolayı suçlu ilan edeceksiniz ve “siyasi ayak” tartışmalarının göbeğine oturtacaksınız, öyle mi? Bir adam nasıl hem hedef hem fail olur?

        Kusura bakmayın ama böyle bir dünya yok.

        NASIL OLUYOR DA “ALLAH AFFETSİN” SADECE İKTİDAR İÇİN GEÇERLİ OLABİLİYOR?

        İktidar da, kendi kendisini bakanlarının katıldığı Türkçe olimpiyatlarından, Gülen’e yapılan duygu dolu övgülerden ve çağrılardan dolayı affedip, bu söylemlere kulak verip yapıya sempati duyar hale gelmiş kişileri hatta bazen hiç alakası olmayan sivil ama “muhalif” profilleri FETÖ üzerinden radara alıp örgüte karşı yaptığı mücadeleyi tartışmalı hale getirdiği için hatalı. Bunun ötesinde her yıl 15 Temmuz’da “Kılıçdaroğlu darbeyi evinde izledi”, “Havaalanından nasıl çıktı?” gibi sorgulamalar, muhalefeti durmaksızın darbecilerle işbirliği içinde gösterme çabası kabak tadı vermesinin ötesinde, tehlikeli de. Siz “darbe karşıtlığı” pozisyonunu hep kendinize ister, bu anlamlı pozisyonu muhalefetin giremeyeceği yüksek duvarlı bir kale haline getirirseniz, bir gün gelir, muhalefetin tabanı bu pozisyonu kabullenmeye, onlara biçtiğiniz role teslim olmaya yeltenir. O zaman ne olacak?

        ÜZÜCÜ OLAN ŞU Kİ…

        15 Temmuz ülkede hükümet modelinin değişmesine neden oldu. Ama FETÖ’nün devlette ve toplumda bıraktığı hasardan arınma hedefi belli olsa da, “strateji” hâlâ belli değil.

        Kemalistler, laik çevreler “Bakın biz haklı çıktık, darbe yapıp din devleti kuracaklardı, laikliğin önemi anlaşıldı” safsatasına sığınıyor. Militer laikçi uygulamaların FETÖ’nün üye kazanmasını ve kökleşmesini sağladığını görmüyor ya da görmezden geliyorlar. FETÖ üzerinden “yine” bütün cemaat ve tarikatleri zan altında bırakıyor ve rencide ediyorlar. Gelişme ve derinleşme emmaresi göstermiyorlar.

        Mütedeyyin, muhafazakarlar “din - devlet ilişkileri” dediğimiz konu başlığının fazlasıyla önemli olduğunu, bu ilişkilerin çerçeve içine alınmasından herkesin müsterih olacağını, cemaat-tarikat gibi yapıların devletle alacak-verecek ilişkisi içine giremeyeceğini, denetime açık, şeffaf yapılar haline gelmeleri gerektiğini anlıyor gibi görünmüyorlar.

        Devlet, din- devlet ilişkisinin nasıl ve ne düzeyde olacağına tek başına karar veremeyeceğini, sağlam bir pratik üretmek için akademi, sivil toplum örgütleri ve kanaat önderleri ile ortak, şeffaf tartışmalar ve çalışmalar yürütmesi gerektiğini anlamış gibi davranmıyor.

        YENİDEN KAZANILMALARI MÜMKÜN MÜ?

        Temmuz ayında derinleştirilen ankesör soruşturması gibi, TSK içindeki darbecileri tespit etmeye yönelik ve belli ki modern dijital veri madenciliği tekniklerinden faydalanılarak yapılan gerçek sorumluları bulma çalışmaları gösteriyor ki tecrübe arttıkça, profesyonellik artıyor.

        Ancak etkin pişmanlık yasası en başta doğru çalıştırılamadığı için örgütün kurmay aklı durumunda olanlardan ziyade, örgütü “cemaat” zannedip şöyle bir uğrayanların daha fazla bedel ödediği bir süreç de yaşandı, yaşanıyor.

        Sorguya alınan ve önemli bilgilere sahip olmayan; sözgelimi darbeci kurmay aklı ya da mahrem imamları bilecek durumda olmayan sıradan insanların tutuklanma korkusuyla “sempatizan” hatta “sempatizan bile olmayan” isimleri verdiği, sonra o isimlerin de soruşturma konusu olduğu durumlar söz konusu oldu.

        FETÖ TUTUKLULARI ARASINDAKİ SINIFSAL EŞİTSİZLİK

        FETÖ ile içli dışlı olan zenginler serbest kalır ve hatta ihale bile alırken darbeyi bilecek ya da darbeye giden yolun taşlarını döşeyecek donanıma sahip olmayan ev kadınları gebe ya da lohusa olmalarına bakılmaksızın tutuklandı. Bu tür kişiler devlet tarafından işaret edildikleri gibi, düne kadar komşuları akrabaları olan her partinin mahallesi tarafından farklı gerekçelerle dışlanıp yalnızlaştılar. Liberaller, CHP’liler, Kemalistler FETÖ, Gezi, vs gibi davalarda haksız yere sorumlu tutulduğunu düşündükleri yol arkadaşlarının durumunu gündemde tuttu, onları yalnız bırakmadı. Ama silahlı örgüte değil cemaat faaliyetine katıldığını düşünerek yapıya intisab etmiş alt orta sınıf FETÖ tutuklularına kendi mahallelerindeki insan hakları örgütlerinin ya da hukuk çevrelerinin çok çok azı kulak verdi. Kimi korkudan, kimi nefretten, kimi at izinin it izine karıştığı bir evrede bilmeden istemeden bir suçluya kol kanat gerer duruma düşmekten çekindiği için sustu. Bazılarının anayasa tarafından güvence altına alınmış savunma haklarını kullanmak için kendilerini yetkin biçimde savunacak avukat bulma şansı bile olmadı. Çünkü “fişlenmek” istemeyen avukatlar, onların davalarını almadı. Zengin olan FETÖ sanıkları, televizyonlarda ahkam kesen pahalı avukatlar eliyle avantaja sahip olabilirken, yoksul, orta sınıf ve kadın olanları bu imkanı elde edemediler. Sürece eşlik eden “sınıfsal eşitsizlik” ve bunun neticeye tesirini görmek için ille de deli cesaretine sahip mi olmak lazım? Bunların hâlâ çok küçük bir topluluğa garip geliyor olmasında bir sorun yok mu? Bu kişiler cezalarını çekip çıktıklarında ya da uzun süren tutukluluklarını sona erdiren davadan beraat ettiklerinde ne olacak? Nasıl yeniden bu devletin vatandaşı olarak hissetmeleri sağlanacak? Bu ülkeye sadık kalmalarını sağlayacak rıza nasıl yeniden üretilecek? Çocukları nasıl ülkeye kazandırılacak? Bu sorular üzerine kafa yormanın, tedbir üretmenin vakti gelmedi mi?

        Diğer Yazılar