Covidler göçü*
Tam kapanmaya nasıl mı hazırlanıyorum?
Hiçbir şey yapmayarak.
Bitkin, lakayt, boş vermiş hissediyorum.
Alışverişe çıkmadım, çıkmayı düşünmüyorum.
Sebze, meyve, kuruyemiş depolamıyorum.
Eminönü’ne, Mısır Çarşısı’na akın edenlere; bayram olabilecekmiş gibi bayramlık şeker, kıyafet alanlara ya da alacakmış gibi yapanlara biraz hayretle, biraz gıpta ile bakıyorum.
Hele hele kendilerini yollara vurup İstanbul çıkışını keşmekeş haline getiren ‘Covidler Göçü’nü başlatanlara hayranlığım sonsuz.
Her ne kadar hastanesi az sayıda olan küçük yerleşim yerlerine akın etmeyi riskli buluyorsam da, insanların direncini, hem uyum gösteren hem özerk alan talep eden bu ‘kaçışı’ saygıya değer buluyorum.
Yarı bilinçli bir halde, ‘hem evet hem hayır’ diyor toplum. En azından elinde imkan olanlar.
“Evet” diyor, “Covid-19 var ve bu bir felaket; bu işi yönetmek de devlet olarak senin görevin, otoriteni tanıyor ve ‘tam kapanma’ kararına uyuyorum.”
“Hayır” diyor aynı zamanda.
“Otoriteni tanıyorum, ama bütün kontrol sende değil. Nerede nasıl kapatılacağımı ben seçeceğim.”
PANDEMİNİN OTORİTEYE HEDİYESİ: DAHA FAZLA DENETİM, DAHA SIKI KONTROL
Covid-19’un hakiki bir felaket olduğu nasıl bir gerçek ise, iktidarlara tadı damaklarında kalacak imkanlar bahşettiği de o kadar gerçek.
İktisadi yeterliliğini kanıtlayamamış ülkelerde meselenin ekonomi boyutu zorlayıcı da olsa, egemenlik hakkıyla ilgili meşruiyyetini ‘güvenlik’ten alan yönetimlerde, otoritelerin pandeminin sağladığı ‘denetim ve kontrol’ imkanlarını test etmeyi sevdiği de bir gerçek.
İki yüzyıldır iktisadi ve ekonomik düzenin taleplerine uygun olarak fabrikalara, okullara, akıl hastanelerine, huzurevlerine kapatılıyordu insanlar.
Halen üretken olanlar üretecekleri yere (fabrika, işletme, maden ve taş ocakları), üretemeyecek kadar yaşlı olanlar, ayak altında olmayacakları bir yere (huzurevi ve bakımevi), enerjisini yaramaz işlere verebilecek ve kaosa neden olabilecek olan çocuklar/ergenler şekillendirilecekleri yere (okul), aklından zoru olan ya da sırf ‘farklı’ oldukları için ‘dengesiz’ kabul edilenler ise kontrol edilecekleri yere (akıl hastaneleri), kamu düzeni ve asayişi için tehdit teşkil edecek olanlar, anarşiye sebep olamayacakları bir yere (hapishane) kapatılıyorlardı. (1)
Gün oldu devran döndü, Covid-19’un baş göstermesi ile eş zamanlı olarak birileri çıktı ve “Otoriter rejimlerde krizin yönetiminin daha başarılı olduğunu” ilan ediverdi.
Otoriter rejimler adına ilan edilen zafer duyuruları bir yerlerden tanıdıktı.
SSCB’nin çöküşü ve 1. Körfez Krizinin akabinde ‘Tarihin Sonu'nu ilan edenlerin artık ‘tüm yolların Washington’a çıktığını’ ilan etmesi gibiydi yaşanan.
Yeni küresel düzenin ABD etrafında şekilleneceğini, bütün medeniyetlerin önünde sonunda neo liberalizmin üstünlüğüne boyun eğeceğini ilan eden yeni küresel düzen, vadettiği çıtanın çok gerisinde kaldı.
Çıkarlarını optimize etmekten başka bir hedefe kilitlenmeyen ulus devletler ve ulus ötesi şirketler insanlığı bir bütün olarak tehdit eden hiçbir soruna cevap üretemediler çünkü.
Ne kitle imha silahlarının yayılmasına ne siber suçlara ne iklim değişikliğine ve çevre problemlerine ne küresel fakirliğe çare olabildiler.
Öncülük etme iddiasındaki ABD’nin başarısızlığı ve BM’nin etkisizliği kriz ve bölge eksenli yeni güç merkezlerinin ortaya çıkmasına, ‘baskın basanındır’ türü kuralsız rekabetçiliklere, sözgelimi Rusya’nın Kırım’ı ilhakı ya da Suriye’ye müdahalesi gibi olgulara yol açtı.
Ahmet Davutoğlu’nun “Sistematik Deprem ve Dünya Düzeni” diye bir kitabı var. Orada diyor ki Davutoğlu, “Pandemi küresel düzenin taleplere karşılık vermek bir yana, sorun üreten bir çıkar mekanizmasına dönüştüğü, yani tuzun koktuğu bir döneme denk geldi”.
Ayrıca mealen şunu diyor. Pandeminin otoriter karakteristiğe bürünmüş popülist yönetim biçimlerinin daha fazla güç kullanıp daha az denetlenmelerini getirecek bir imkan sağlıyor. Bu imkan hiçbir soruna çare olmayacak ama yine de devletler bu imkana bigane kalamayacak yani, devletlerin otoriter karakterlerinin artacağını öngörmek mümkün.
Davutoğlu’nun aynı zamanda bir yakın tarih hegemonya ve güç ilişkileri anlatısı olarak da okunabilecek kitabında ‘realist iyimserlik’, ‘dışlayıcı popülizme karşı kapsayıcı demokrasi’ gibi kavramları, ‘uluslararası sisteme şok terapisi’ gibi tedavi önerileri var, ama acı gerçek şu ki, pandemi nedeniyle artacak tedbirler doğal olarak demokrasiyi zayıflatacak ve kalıcı otoriter rejim kurmak isteyenlere ihtiyaç duyduğu mazereti verecek.
En azından bu yöndeki vehimlerini besleyecek.
Bir süre böyle gideceğiz yani ve insanlar bunu seziyor.
KAÇIYORLAR ÇÜNKÜ…
Tam kapanma süreci ilan edildiği andan itibaren ‘kaçma’ eğilimine girenler biraz da bunlardan kaçıyor.
Biyolojik tehdite karşı hiçbir şey olmamış gibi davranıp özgürlüğü adına bayrak açamayacağını biliyor.
Çünkü böyle dönemlerde düzensizlik ya da istikrarsızlık Covid-19’u da özgürleştirir. Bu göze alınamaz.
Öte yandan biyolojik güvenlik adına özgürlüklerden tümüyle feragat, bütün iplerin otoritenin eline emanet edilmesi anlamına gelebilir ve maalesef o iplerin tekrar tamamen geri alınması mümkün olamayabilir. Bu da uzun soluklu psikolojik sorunlara davetiye çıkarır.
Bilmese de hissedenler, öngörmese de sezenler, arabalarına atlayıp şehir dışına kaçıyorlar sürecin başından beri.
Mesele evlerini sevmemeleri değil, amaç da gittikleri yerlerde yasağı delip sokaklarda fink atmak değil.
Amaç ‘seçim hakkı’, inisiyatif kullanmak, hiç değilse kapatılacakları yeri seçebilmek.
Biyolojik güvenliği teminat altına alırken, psikolojik güvenliği tehlikeye atmamak.
O yüzden saygı duyuyorum.
*Tabir ‘Kapsül’ adlı bir medya haber yorum platformuna ait.
(1)Büyük Kapatılma / Michel Faucault