Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        Gülen’in ölümü bir devri kapattı mı?

        Kuşkusuz evet.

        Aslına bakarsanız daha önce ölmüştü.

        Darbeye girişip kaybettiği için değil sadece.

        Kendi bağlıları için bile sorumluluk almadığı için.

        Burada yüzbinlerce insan, Gülen ABD’de olduğu için rehin durumuna düştü. Adeta onun yerine yargılanıp onun yerine cezaevine girdiler.

        Kendisine körlemesine inanan ve sırf bu inanç uğruna bedel ödeyen sadık takipçileri daha fazla zarar görmesin diye gelip teslim olabilirdi, olmadı. Kendisini darbeye teşvik edenler varsa deşifre edebilirdi, yapmadı. Darbeciler bile bazen özeleştiri yapıp, hatalarını itiraf eder, etmedi. Hatta neden böyle bir yanılgıya düştüklerini anlatarak, dönemin dinamiklerine dair önemli bilgiler verirler ve bu yolla kendi algılarından geriye kalanı toparlamaya çalışırlar, çalışmadı. Hatta cezaevine düşen bağlıları hakkında "Ben de içerde yattım biraz da onlar yatsın" dediği bile iddia edildi.

        Bir cemaatin lideri olarak bilindiği ‘muhterem hocaefendi’den devlet eliyle teröriste düşürülen irtifasını toparlamak için bir şey yapmadı.

        Gülen’i Gülen yapan algıdan geriye eser kalmadı aslında. Gülenistler aslında sırf gururdan ve beraberce dışlanmış olmanın verdiği dayanışma hattında gedik olmasın diye de itiraf edemiyorlar ama gerçekte hareket eski hareket değil.

        Bir hareketin lideri olarak gücünüz sizin saf bağlılarınızın sayısıyla değil, kurduğunuz “cemaat” yapılanmasına üye ya da müntesip olmadığı halde yakın, orta derecede yakın ve mesafeli ’ötekiler’ nezdinde yarattığınız sempatiyle ya da onayla ölçülür. Bundan sadece 12 yıl önce ülkede kendisini ‘muhafazakar’ ya da ‘sağcı’ diye tarif eden çoğu kişi “Bu ülke ancak bilimde, fende, beşeri ilimlerde gelişmeye/ilerlemeye karşı olmayan bir müslümanlık türüyle yükselebilir, Gülenciler de bunu yapıyor" diye düşünüyordu.

        Seküler ulusalcı kesim Gülen’in 12 Eylül döneminde askerden yana, 28 Şubat döneminde hırgürden uzak tutum almış olmasını, hatta başörtüsüne ‘füruattır’ deme ‘cesaretini(!)’ göstermiş olmasını unutmuyor, "Ama Türk okulları var, iyi şeyler yapılıyor" diyorlardı. Liberal demokratlar "Adam sürekli demokrasi diyor, demokrasinin kök salması için uğraşıyor" diyorlardı.

        Kimse birbirine yalan söylemesin, pek çok kesim nezdinde Gülen dindar, ahlaklı, demokrat ve bilimle iştigal eden çağa uygun ideal imanlı bir insan tipini yetiştirme konusunda gayretleri olduğu düşünülen biriydi.

        Bu algı az çok mürekkep yalamış, gidişatı görebilenler nezdinde Ergenekon Balyoz davalarının cılkının çıkarılmasıyla bozulmaya başladı. Ama çoğunluk nezdinde 7 Şubat ve iki yıl sonra 17-25 Aralık önemli dönemeçler oldu, 15 Temmuz’da ise dibi gördü.

        “ARALARI BOZULMASAYDI” EDEBİYATI

        Dün ekrana konuşan neredeyse her moderatör her muhalif konuşmacı “Bugün herkes Fethullah Gülen’in arkasından iyi bilmezdik diyor, ateşi bol olsun diyor, ama aranız bozulmasaydı ya da 12 yıl önce ölseydi milli yas ilan ederdiniz” cümlesini söyledi ama hiçbiri Gülen’in asıl gücünü ‘orta derecede yakın’ ya da ‘mesafeli sempatizanlardan’ elde ettiğini hatırlamadı. Böylesi daha kolay tabii.

        Örgütün hırslanmadığı ve ABD ‘nin gözüne girmek için bürokratik darbe ve askeri darbe sürecine girmediği bir alternatif evrende 12 yıl öncesini hayal edelim o zaman. 7 Şubat hadisesinin "Aaa bir yanlış anlaşılma olmuş" parantezine alındığı o ihtimal evreninde, tam 12 yıl önce ölmüş olsaydı Gülen, ne olurdu sahi?

        Hükümet ve Gülenistler arasında stratejik ittifakta sorun yokmuş gibi davranılır, kitlelerin morali bozulmasın diye bazı görüş ayrılıkları ve itiş kakış perde arkasında bırakılır, hiçbir şey kurcalanmaz, TRT’de Kırık Mızrap’tan pasajlar okunur,bugün "Su bile vermeyin" denilen ‘hizmet erleri’ ile sarmaş dolaş hatimler indirilirdi.

        AK Parti’lilere yapılan "İç içeydiniz, birlikteydiniz” ithamında haklılık payı var. Ancak bu ithamı yapanlar nedense Gülenizmin etki alanını genişletmesinde kendi mahallelerinin de rolü olduğunu görmezden geliyor.

        Hükümet ve örgüt arasındaki mecburiyet ilişkisine 27 Nisan e muhtırası ve AK Parti’ye kapatma davası gibi icraatların neden olduğunu her nedense her defasında es geçiyorlar.

        Ama ben burada sadece ondan bahsetmiyorum.

        Gülen’in 12 yıl önce genel olarak sekülerlerden de ya destek ya onay aldığını hatırlatıyorum.

        O ALTERNETİF EVRENE BİR GÖZ ATALIM MI?

        O günlerde ölseydi, yapıya ‘orta yakın mesafede’ kalan ama büyük bir itirazı olmadığı gibi davetlerine etkinliklerine giden binlerce seküler pipolu pantolon askılı kamusal aydın, iş insanı, kanaat önderi, cemiyetin yüksek profilli insanı ne yapacaktı onu söyleyeyim. Cenazeye gelirler kameralara "Hocaydı ama çok aydın bir insandı acımız büyük" derlerdi.

        Çünkü iktidar-Gülenizm ilişkisi bozulmasaydı Ergenekon ve Balyoz’daki mağduriyetlerin siyasi sorumluluğu sadece AK Parti üzerinde kalmış olacaktı.

        Gülen’i ancak ‘kırkı çıktıktan’ sonra eleştirmeye başlayacaklardı. O eleştiri de aşağı yukarı şöyle bir şey olurdu: "Yaa tamam mirim muhterem bu topluma uygun ama Batı’yı da bilen, ideal bir nesil yetiştirmek istiyordu ama eğri oturup doğru konuşalım, olmadı o, tek tip insan yetiştiriyordu yahu, baksanıza hepsi tornadan çıkmış gibi !"

        Bunu söylerken elegant bir kafa ve göz hareketiyle o ana kadar ortamda yokmuş gibi davrandıkları badem bıyıklı ‘abi’leri ve ‘Jr’ versiyonlarını gösterirler, badem bıyıklı dikdörtgen tel çerçeveli gözlüklü abi’ler ve replikaları da hep el altına tutukları o meşhur "Aman hocam ne münasip buyurdunuz" no1 sırıtmasıyla karşılık verir, diğer taraf da bir zengin kahkahası atar, tatlıya bağlarlardı mevzuyu. Tel çerçeve gözlüklü badem bıyıklı abi ise bu sınıfsal terbiyesizlikleri içine gömdüğünün bilinciyle ama yüzündeki o tebessümü olabildiğince koruyarak, bulunduğu mahalledeki tüm beşinci nesil kahvecileri tek lahzada sayan top sakallı babyface müritleri soktukları önemli kurumları gözünün önüne getirerek teselli bulurdu.

        “Bunun annesi başörtülü, bunun karısı türbanlı, bu içki içmiyor” diye adam fişleyen TSK’yı kandırmak da, eşe takılan peruk + beraber içilen bir bardak rakıya baktığı için, bu kadar kolay olduğu için yani;orduda da işler tıkır tıkır yürüyor, Gülen ölse de proje devam ediyor olurdu.

        Gülencilerin derin ajandalarını gizleyebilen ‘zararsız’ ‘uyumlu’ personaları nedeniyledir ki bugün hançeresini yırtarcasına Kemalistlik ve milliyetçilik yapan ne kadar cumhuriyet aydını varsa o günlerde Gülen’i bin kere tercih ediyorlardı Erdoğan’a.

        Siz bakmayın bugün "Davet edildiler ama gitmediler" diyerek düzenlenmiş onur listelerine. O listedeki isimler 28 Şubat günlerinde MGK baskıları altında boncuk boncuk terleyen Necmettin Erbakan ile Gülen’i ayırdedemeyecek kadar İslam düşmanıydılar.

        Ama geri kalanı,AK Parti camiasını düz, kaba ve çakşırlı çarıklı bir islamcılık temsili üzerinden küçümsüyor, Pensilvanya turlarındaki özel sohbetlerinde Batılı yazarlardan alıntı yaparak konuşan, bazen “Tagore der ki…” diye söze başlayıp,Pir Sultan Abdal’dan dizelerle bitiren Gülen’i daha sofistike buluyorlardı.

        Gülen kendisini rejimin muhafızı addetme kibri içinde burnunun ucunu görmeyen sivil askeri bürokrasinin sığlığını peruklu rakılı takiyyeli kadrolarıyla kandırabiliyor, şehirli, laik, orta-üst sınıfı ise kendine has bug’larından yakalayıp rıza ve onaylarını alabiliyordu.

        Bu açık ya da üzeri kapalı rıza sayesinde kendi inançlı bağlılarından daha ötesine erişebildi.

        Sonrası güç zehirlenmesi. Devlete sızdırdığı kadroları izleyenlerin de olduğunu düşünmeden kibirle hırslanma ve hainlik.

        Tetiği dışarda namlusu ülkede bir yapı olmanın kolaylaştırıcı, teşvik edici faktörleri sayesinde bir darbe girişimi içinde yer almak. Sonunda ise büyük bir yenilgi.

        Ama asıl soruya dönelim. Araları bozulmasaydı milli yas mı ilan edilirdi? Sadece o kadar mı ?

        Değil. Araları bozulmasaydı büyük 15 Temmuz hezimeti yaşanmayacağı için Gülenistler tüm memleketi koyun gibi güdüyor olurdu.

        Kazanmış, test edilip onaylanmış, sürdürülebilirliğini ispat etmiş bir proje olacağı için Gülen’in ölmesi de değiştirmezdi durumu.

        HAKAN FİDAN’IN ÇAĞRISI SONUÇ DOĞURUR MU?

        Bu kadar paralel evren muhabbetinden sonra bugüne gelelim.

        Bugün durum farklı.

        Örgüt hemen bitme noktasına gelmez. Ancak hezimete uğramış, ülkesinde terör örgütü ilan edilmiş, binlercesi kaçmış, onlarcası intihar etmiş ya da KHK vesilesiyle aç işsiz kalmış bir topluluğun kült lideri hiçbir sorgulama yapmadan öldüğünde elbette kopuşlar çözülmeler olacaktır.

        Hatta Gülen hayatta iken birçok tartışma ve çözülme emmaresi gerçekleşti.

        Ebu Seleme Gülen’in itiraf ve tanıklıkları önemliydi. O günlerde bu itirafların artması örgütün çözülmesini sağlar, devlet bu itirafların artmasını sağlamak için artık daha esnek metodlar kullanmalı, sert ve cezalandırıcı yöntemlerden ibaret kalan bir mücadele stratejisi örgüt üyelerinin kendi içinde dayanışmaya icbar ediyor demiştim.

        Bu manada Hakan Fidan’ın Gülen’in ölümüyle ilgili konuşurken yaptığı "Kendilerini girdikleri ihanet dolu yoldan vazgeçmeye davet ediyorum. Bu yolun sonu iyi bir son değil, artık yol yakınken dönmeyi bilsinler” çağrısını anlamlı buluyorum.

        Umarım yol nerede, dönerlerse nereye dönecekler konusundaki muallaklığı gideren metodlar da devreye girer.

        Öte yandan daha bu ülkede bir dönüş yoluna ihtiyacı olmayan çünkü zaten hiç gitmemiş olanların yaşadığı damgalanma/mimlenme meselesi var. Hala çözüm bekleyen…

        Bugüne kadar örgütün örgüt olduğu ortaya çıktıktan sonra yolunu ayırmış olanlara bile devletin bağışlayıcı ve yardımcı eli değmedi.

        Bundan sonra değecekse, bunun bir çerçevesi olmalı.

        Daha geçenlerde bütün suçu yapının bir işletmesinde bir süre maaşlı çalışmış olmaktan ibaret olan başörtülü bir genç kadından yıllarca sadece geçici projelerde çalışabildiğini,başvurmadığı kapı kalmadığı halde düzenli bir iş bulamadığını ve bugün nasıl açlıkla -bildiğiniz açlıkla- yüzyüze kaldığını dinledim. Böyle binlerce insan sıfırı tüketmiş durumda. Sekiz yıldır süren ve dayanılabilir olma eşiğini çoktan geçmiş bir haksız mimlenme sorunu var.

        Örgüte üye olmadığı halde üyeymiş muamelesi görenlerin bile sefalete itildiği bir düzlemde Hakan Fidan’ın çağrısındaki dönüş yolunun cisimleşmesi lazım.