Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin
        Anasayfa Özel İçerikler Nihal Bengisu Karaca Tehlikede olan sadece Lübnanlılar mı?

        İsrail geçen hafta Lübnan'da patlattığı çağrı cihazları ile düşmanlarına "Size giysiniz kadar yakınım” mesajı vermiş, dünyanın aklını allak bullak etmişti.

        Bir anda binlerce çağrı cihazı, daha önceden bataryalarına yerleştirilen mühimmat ve cihazlara gönderilen sinyal ile patlamıştı. 37 kişi öldü 3450 kişi yaralandı, insanlar ellerini, gözlerini kollarını kaybettiler. Ve çoğu Hizbullah üyesi bile değildi.

        İsrail hep böyle öldürür. Şeyh Ahmet Yasin’i de ABD’den temin ettiği Apaçi helikopterinden düzenlenen bir saldırıyla ve ‘o anda yoldan geçen bir çok sivil ile birlikte’ öldürmüştü.

        Lübnan'ı bombalamaya devam ederken canlı yayın yaptığı sırada bir gazeteciyi vurduğu görüntüler iki gün önce tüm TV kanallarında yer aldı. An itibarıyla İsrail’in Lübnan’a kara harekatına hazırlandığı iddia ediliyor.

        İran, Hizbullah’a destek verir mi? Evet: BM kürsüsünden…

        Hizbullah’ın attığı füzeler İsrailliler için havai fişek gösterisinden farksız. Semada bir an parlayıp Demir Kubbe tarafından yok ediliyorlar. Ancak Lübnan’a atılan her bomba insan etinde patlıyor.

        Bulunduğu coğrafyada pahalı teknolojilerle korunan bir işgal ve terör devletinden bahsediyoruz. Buralara kendi sapkın ve genişlemeci ideolojisiyle geldi ama buralara gelebilmesinin nedeni bu değildi, aldığı kalifiye destekti. Pahalı teknolojiler bu desteğin en önemli kısmını oluşturuyor.

        Peki Hizbullah’ı kendi evinde ve etrafındakilerle beraber vurmayı sağlayan son hamlesi İsrailli olmayan, Yahudi olmayan ve siyonizmi desteklemeyen milyonlarca insana ne söyledi?

        Herkes şunu düşündü geçen hafta: “Hemen herkes İsrail için ya da başkaca bir küresel ya da yerel azgın egemen için yeterince baş belası addedilerek, pantolonlarının cebinde bulunan ve sinyal alıp sinyal veren herhangi bir cihazla canlı bombaya dönüştürülebilir. Ben dahil.”

        Uzmanlar ve dış politika analistleri -biraz da İsrail övmeme adına- İsrail’in o kadar muhteşem bir teknolojiye falan sahip olmadığını, Hizbullahçıların çağrı cihazlarını patlatabilmelerini sağlayan şeyin teknolojik mükemmeliyet değil, hukuk tanımaz bir istihbarat ile tedarik ağına sızma ve operasyon yapma kapasitesi olduğunu ileri sürdüler.

        Gold Apollo markasını taşıyan çağrı firması normalde Tayvanlı bir firma. Ancak patlamalardan hemen sonra anlaşılıyor ki BAC Danışmanlık adlı bir Macar firmasıyla özel bir anlaşma yapılmış.

        BAC Danışmanlık ise tek kişilik bir firma. Cristiana Barsony-Arcidiacono’dan ibaret. Bu cihazları üretme hatta büyük satışları organize etmekle ilgisi yok. Ancak İsrail’in kurduğu bir kaç paravan şirketten biri ve görevi, tedarik aşamasında cihazların bataryasına yerleştirmek.

        BU FATURANIN BEDELİ KÜRESEL TEKNOLOJİ DEVLERİNE DE YAZAR

        Doğrudur, İsrail’in elinde böyle büyük ve baş edilemez bir teknoloji olmayabilir. Ama İsrail’den daha fazla gücü olan küresel egemen güçlerde bu imkan olabilir ve bingo, bunu sorgulamaya neden olan İsrail oldu.

        Yapılacak hiçbir analiz bu gerçeği dışlayamaz, dışlarsa doğru bir akıl yürütme olmaz.

        Her hâlükârda yaşananlar sıradan sivillerle teknoloji arasındaki iç içe geçmişliği de sorgulatacak türden.

        Nitekim, bulunduğu ülkede gayet legal bir oluşum olan, parlamentoda temsil edilen ve fakat İsrail yüzünden elbette üyeleri kelle koltukta yaşayan Hizbullah’ın gelişmiş akıllı telefonlardan geleneksel ve handiyse ilkel çağrı cihazlarına dönüşünün sebebi de buydu.

        Hizbullah lideri Nasrallah, 8 ay önce şu konuşmayı yaparak üyelerini akıllı telefonlardan men etmişti: “Elinizdeki akıllı telefonlar uzaktan kontrol edilebilir. Bende akıllı telefon yok. Çünkü bu bir casus aygıtı. Yaptığınız her şeyi duyuyor, evinizin fotoğraflarını çekiyor. İsrail’in fazla bir çabaya ihtiyacı yok. Güney’deki kardeşlerimizden rica ediyorum: Kurtulun şu telefonlarınızdan. Atın, gömün, demir bir kutuya koyun, kurtulun gitsin. Bu telefonlar tehlikeli.”

        Patlayanlar şimdilik çağrı cihazları da olsa, akıllı telefonlar gerçekten tehlikeliydi. Nasrallah’ın öngöremediği, casusluk tehlikesinden kaçarken patlayan çağrı cihazlarına yakalanmaktı.

        Peki hem casusluk yapan hem sahibini canlı bombaya dönüştüren ‘akıllı telefonlar’ söz konusu olduğunda ne olacak?

        Çağrı cihazından ya da telsizden çok daha yaygın kullanım alanı olan, dolayısıyla tedarik sürecine çok daha rahat sızılabilecek akıllı telefon piyasası, yüklendiği yüzlerce komplo teorisinin yanına bir de bu türde bir güven bunalımı eklenmesini kaldırabilir mi?

        Normal şartlarda kapitalizmin tüketici davranışını değiştirebilecek bu türden büyük güven yıkıcı hamlelere toleransı yoktur.

        Zira o dev sermayeler, endüstriler aslında son derece kaypak olan tüketicinin kırılgan heveslerinin üzerinde yükselmektedir.

        Etiketi yanlış basılmış gıdaları toplatan, büyük bedellere mâlolan arabaların arıza tespitlerinde merkeze çağrılmalarına neden olan, paketlerin üzerine büyük kavga ve mücadeleler sonunda "Ürünlerimizde domuz yağı yoktur” yazdıran, boykot listesine girmiş ürünlerin sahiplerini indirim yapmaya zorlayan ve nihayetinde Apple’ı mesela binlerce mühendise milyonlarca ödeme yaparak sürekli yazılım güncellemesi yapmak zorunda bırakan hep aynı şeydir. Kusurları gidermek, tüketici memnuniyetini maksimize etmek ve en önemlisi güvenlik açıklarını kapatmak.

        Peki İsrail gibi büyük bir güvenlik açığı nasıl kapatılır?

        Kullanıcılardan ios 18 yüklemelerini isteyerek olmayacağı kesin.

        Yunus Emre Erdölen Serbestiyet’teki makalesinde İsrail yanlılarının, Filistin’i savunan Amerikalı insan haklar aktivistlerine “Telefonunuz patlayabilir, dikkat edin” mesajları yollayarak dalga geçtiklerini yazmıştı.

        İsrail’in bunu yapabilecek bir gücünün olup olmadığı ayrı bir konu, ancak sinyal alan-veren ve pili olan her elektronik eşya ile bunu yapabileceği algısını uyandırmayı başardığı, sadece anti siyonistleri değil, egemen görüşlere muhalif herkesi akıllı telefonlarına bakıp "Bir gün beni canlı bombaya dönüştürebilir mi?" diye düşünmeye sevk ettiği konusunda şüphe yok.

        Normal şartlarda bu ‘şüphe’,smart phone ve benzeri iletişim cihazlarını üreten küresel teknoloji ve yazılım şirketleri için alarm zilidir. Normal şartlarda kapitalizm İsrail’i sırf bu algıya sebep olduğu için bile affetmez.

        Çünkü Lübnan’daki hadiseden sonra, İsrail -tekrar ediyorum-, büyük teknoloji şirketlerinin en büyük güvenlik açığıdır.

        Normal şartlarda kârlarını maksimize etmeye odaklı bu şirketler bu güvenlik açığının yaratacağı bedeli tolere etmez.

        Konu İsrail olunca kapitalizm bile afallıyor, kendi çıkarlarına sahip çıkamıyor.

        Ben yine de "Dinsizin hakkından imansız gelir" umuduna oy veriyorum.

        Zira İsrail’in Lübnan’da yaptığı şey, bazı teknolojilerin yaygınlaşma şansını daha şimdiden yok etti.

        Daha geçen yıl, vücudumuza yerleştirilecek ve sağlık durumumuzu kontrol ederek merkeze veri aktaracak ve misal daha gözümüz kararmadan sadece nabzımızı ölçtüğü için bizi düşmeden yakalayacak sağlık görevlilerinin kapımızda/bulunduğumuz lokasyonda belirivermesini sağlayacak chip’lerden bahsediyorduk mesela. Vücut hareketlerini izleyen akıllı sensörlerle dolu giyilebilir teknolojilerin geleceği çok parlaktı. Alzheimer, şeker ve kanser hastalarının tedavisinde kullanılan nano aygıtlar ile hastaların virüslü hücreleriyle savaşılıp bağışıklık kazandırılacaktı. Hakeza akıllı telefonları insan bedeni ile bütünleştirecek çalışmalar hız kazanmıştı.Ekran yerini alacak yapay deri ve lensler üzerinde yapılan çalışmalar ve ortaya çıkan sonuçlara göre 2025 yılında insanlar harici olarak cihazı taşımadan, vücutlarına entegre edilmiş akıllı telefonlar kullanabilecekti vs.

        Oysa şimdi kindle almak bile fazladan risk gibi görünüyor.