Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin
        Sesli Dinle
        0:00 / 0:00

        Altı partinin 28 Şubat’ta bir araya gelerek ortaya koyacakları güçlendirilmiş parlamenter model sunumu merakla beklenirken CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu kendisine yönelen bir soruya bugüne kadar vermediği kadar açık bir cevap verdi.

        Soru şuydu: “Beş genel başkanın aynı zamanda ana muhalefet lideri olan şahsınıza cumhurbaşkanlığını önermesi halinde bunu kabul eder misiniz?”

        Cevap ise şöyle geldi: "Elbette (kabul ederim). Cumhurbaşkanlığı onurlu bir görev. Beş genel başkanın benim ismimi telaffuz etmesi her şeyden önce benim için onur. Ayrıca beş genel başkanın bana güven duyması anlamına geliyor, bu da benim için son derece önemli. Üç, benim sorumluluğumun arttığını bilmem lazım. Görev yaptığım sürede o beş genel başkana karşı sorumluyum ve onlara asla hayal kırıklığı yaşatmamalıyım.”

        Kılıçdaroğlu’nun bu cümleleri muhalefet saflarına mensup bir çevrenin de ittirmesiyle sosyal medyada epey öfkeli tartışmaların yaşanmasına neden oldu.

        İşin garibi bu sözler her anlama geliyordu. Pekala “Kurduğum masadaki genel başkanların farklı analizleri var ve masayı ben kursam da ‘patron’ ya da ‘şef’ değilim, o yüzden aday da değilim” anlamına da gelebilirdi. Nitekim Fatih Altaylı da açıklamayı böyle okuduğunu gösteren bir yazı yazdı.

        REKLAM

        Ama ne ilginçtir ki bir çevre, bu cümleleri sadece ve sadece "Evet aday benim" olarak duydu.

        2007’de Recep Tayyip Erdoğan’a “Sakın ha cumhurbaşkanı olma” diyen Meclis'e de “Sakın ha olmasın, olmaz, oldurmayın” diye seslenen Deniz Baykal’ı hatırlatan bir ses yükseldi resmen. Hem de ne Gelecek’ten ne Deva’dan. Basbayağı Millet İttifakı'na müzahir gruplardan…

        “Sakın Kılıçdaroğlu sen cumhurbaşkanı adayı olma”.

        MİLLET İTTİFAKI'NI RÖVANŞİZMİN KALESİ YAPMAK İSTEYENLER

        Kimin cumhurbaşkanı adayı olacağı ile inanın o kadar ilgilenmiyorum.

        Çünkü kim cumhurbaşkanı adayı olursa önünde sonunda realiteyi göreceğini anlayacağını düşünüyorum. İş ki, erken görülsün, 'tehlikeli bir damara kapı aralanarak' ülkeye zaman, emek ve insan kaybı yaşatılmasın.

        O tehlikeli damar, Millet İttifakı ile muhafazakarların arasının fena biçimde açılmasını isteyen, başlangıçtaki durumdan daha da geriye düşülmesine neden olabilecek bir damar.

        O damar, Kılıçdaroğlu’nun sağladığı dönüşümü küçümseyen, önce CHP’yi sonra Millet İttifakı'nı rövanşizmin kalesi yapmak isteyen idrak yolu tıkalı bir çevre tarafından perçinleniyor.

        Kılıçdaroğlu yüzünden CHP’nin, AK Parti’den koparak gelen iki muhafazakar parti tarafından güdülür hale geldiğini düşünecek kadar sancılı bir kafa bu.

        REKLAM

        Kılıçdaroğlu’nun cumhurbaşkanı olmak için Gelecek ve Deva partilerine ve onlar nezdinde muhafazakarlara imtiyaz tanıdığına inanıyorlar.

        İmtiyaz dedikleri, Kılıçdaroğlu’nun ittifakta yer alma olasılığı çok yüksek olan her partiye eşit derecede saygı göstermesi.

        İmtiyaz dedikleri, adamın helalleşme çağrısı yaparak CHP’nin daha önce mazlum duruma düşürdüğü ya da düşmesine göz yumduğu dindarlara, Kürtlere ve azınlıklara "Aynı hataları yapmayacağız" sözü vermesi.

        Açık söyleyelim, insanlara insan gibi muamele etmesi.

        Kılıçdaroğlu’nun; darbe girişimi sonrasının civcivli günlerinde bile, eğriye eğri diyebilme bağımsızlığını korumaya çalışan, daha AK Parti’den kopan iki yeni parti ortada yokken yükselen otoriterizme karşı muhafazakar kesimde bir itiraz zemininin oluşması için çabalayan, normalleşme talebine dair bir direnci diri tutmaya çalışan muhafazakar çevrelerle, yazarlarla asgari müştereklerde ortaklaşması bu damarda bir öfkeye neden oluyor.

        İKİ YIL ÖNCE HADİ GELİN DİYENLER ŞİMDİ NEDEN GELDİNİZ DİYOR

        Ve ilginçtir yeni bir rövanşist dalganın ürünü bu öfke. İki yıl önce yoktu mesela. Hatta 2021’in başında bile yoktu.

        Millet İttifakı'nın lokomotifi olan CHP ve İyi Parti'yi iddialarından, "Biz birlikte yöneteceğiz, kucaklayacağız, kutuplaşmaya son vereceğiz" iddialarından geri düşürecek bu damarın Kılıçdaroğlu’na yaptığı isyanının özü şu: “İktidara bu kadar yaklaşmışız, zaten kazanıyoruz, o zaman muhafazakarlarla yol yürümek zorunda da değiliz.”

        REKLAM

        Ne hazindir ki, bu öfke bir mücadelenin başarılı olmasının ‘müttefik kazanmaya bağlı olduğunu’ anlamayan ‘kindar demokrat (!)’ çevre tarafından bir bağlama oturtularak haklılaştırılmaya çalışılıyor.

        İki haklı travma nedeninin arasına yedirilmiş yüz baremlik nefret kodları, sosyal medyayı da iyi kullanan bu çevrenin akademik referansları ile temize çekiliyor.

        Kimin cumhurbaşkanı adayı olacağını ya da olması gerektiğini bilmiyorum. Ama şunu biliyorum. Bu damarın beslenmesi halinde, kim muhalefetin cumhurbaşkanı adayı olursa olsun problem çıkar ve ülkeye ilişkin umutlar bir kez daha söner.

        Bana göre meselenin adaylardan çok daha önemli başka bazı yönleri var.

        Ben Türk tipi başkanlık sonrası Cumhur İttifakı'ndaki iki parti ile devletin yerleşik ve karanlık katmanlarının epey iç içe geçmiş olmasından kaynaklanan sorunlar yaşanacağından endişe eden biriyim. Devletin sistem değişikliği sonrasında aldığı yeni kıvamın yeterince anlaşılamadığını düşünüyorum. Bunu da defalarca yazdım. Bana göre bugün iktidar bloku olarak gördüğümüz şeyin içinde sadece partiler yok, tüm cüssesi ile devlet ve şeffaf olmayan görünen /görünmeyen uzantılar da var.

        Diyeceğim o ki, eğer Türk tipi başkanlık modelinin oluşturduğu yeni rejim dinamikleri, ülkenin seçim ve sandığa duyduğu güvenin aşındırılmaması adına büyük bir ‘favor’ yapmaya karar verip seçimlerin açık şeffaf adil geçmesine ‘izin verirse’ kazanamayacağından emin olduğunuz Kılıçdaroğlu bile kazanır.

        Tam tersi olursa, yani iktidar blokunun tüm unsurları iktidarı kaybetmeleri halinde normal bir muhalefet süreci yaşayamayacaklarını düşünür ve kendilerini korumak için sandık yoluyla ekarte edilmeye tüm güçleri ile direnir, bütün silahlarını, kozlarını kullanmaya yönelirlerse seçimi kendi lehlerine çevirmekte zorlanmazlar. Bakın Rusya, Ukrayna’ya saldırdı. “Savaş çıktı, ne seçimi?” bile diyebilirler. O ihtimalde İmamoğlu bile, Mansur Yavaş bile kazanamaz.

        REKLAM

        Kapa parantez.

        Seçimlerle ilgili ikinci önemli şey tam da bu nedenle, Cumhur İttifakı karşısında bir şansının olmasını isteyen bir muhalefet blokunun olabildiğince geniş bir ittifakla, yani ‘müttefikler kazanarak’ seçime gitmek zorunda olduğu gerçeği.

        Kılıçdaroğlu da bunu yapmaya çalışıyor. O masada neden üç muhafazakar parti var diye kızmayı bırakın, neden HDP yok, neden TİP yok denilse çok daha anlaşılır olurdu.

        Ancak ve nihayetinde, ülkenin çoğunluğu muhafazakar ve değerlerine hakaret edilmesinden, sert alt üst oluşlardan hoşlanmayan, yargının cellat gibi siyasetçi biçtiği günlere dönmek istemeyen ama siyasetin de yargıyı bu denli kuşatmasını pek doğru bulmayan ve nihayetinde yağmur duasına inanan insanlardan oluşuyor bu çoğunluk. Bu sosyoloji ile kavga ederek kazanamazsın, hadi kazandın, kavga ederek yönetemezsin.

        Mesele bu kadar açık ve sarih iken, kendilerini ‘laik’ vurgusu güçlü bir ‘demokratlık’ görüntüsü içinde konumlandıranların; Gelecek, Deva ve Saadet partileri ile olumlu ilişkiler kurmuş bir CHP’yi, şimdilik şehirli muhafazakarlar için belirli konularda işbirliği yapılabilir, müzakere edilebilir ve belirli bir sınıra kadar da ‘güvenilebilir’ bir parti yapan Kemal Kılıçdaroğlu’na yönelen agresif eleştirelliklerini anlamakta zorlanıyorum.

        Diğer Yazılar