İmamoğlu'nun savunma hattı ve Pandora'nın kutusu
Ekrem İmamoğlu son bir ay içinde potansiyel cumhurbaşkanı adayı olma ciheti üzerinden çokça tartışmaya konu oldu. Ahmak davası ve terör soruşturması ile İmamoğlu’nun hem hürriyeti hem geleceği tehdit altında ama bu gerçek "Olası cumhurbaşkanlığı adaylığı" tartışmalarının ve sempatizanlarının “İmamoğlu mutlaka aday olmalı” propagandasının gölgesinde kaldı.
İmamoğlu’nun cumhurbaşkanı adayı olması gerektiğini savunan bazı proaktif sempatizanlar buradaki sıkıştırılmışlığın bir sıçrama tahtasına dönüştürülebilir olup olmadığıyla, yaşanan sıkıntının nasıl defedileceği konusundan daha çok ilgileniyor gibi göründüler. Bana kalırsa bu durum sadece İmamoğlu’nun sistem tarafından nasıl bir muhasara altına alındığı meselesinin ikinci plana itilmesine neden oldu.
İmamoğlu’nun başında sallanan kılıcın gösterdiği yöne bakmakla pek alakadar olunmaması, nasıl bir rejimle karşı karşıya olunduğu ile ilgili analizlerin yetersizliğinden ileri gelmekte.
Oysa İBB’nin üzerinde sallandırılan terör soruşturması kılıcı ve bu kılıcın hangi durumda hiçbir engele toslamadan ineceği ve kimin zarar göreceği ortada. Öncelikle kendisi ve ailesi zarar görecek. Sosyal medyada imza toplayanlar ve İmamoğlu'nun mağduriyetinin doping etkisini kullanmaktan geri duran altılı masanın bu ihtimalde "bedel ödeyeceğini" iddia edip tehdit diline başvuranlar değil.
Karşımızdaki insanı ve olguyu, genel seçim, altılı masa ve cumhurbaşkanlığı tartışmalarından hatta İmamoğlu’nun ne kadar doğru bir belediye başkanlık süreci yürüttüğü meselesinden bile soyarak en temeldeki gerçek üzerinden ele almayı becerebilme zorunluluğumuz var oysa. O gerçek de şu: Türkiye’nin en büyük şehrinin yöneticisi akla hayale sığmayan şeylerle suçlanıyor ve bunun tek nedeni şehri iki kez kazanmış olması.
Peki bunu bilmek yetiyor mu?
Yetmiyor. Tam da o nedenle İmamoğlu ikidir Saraçhane’de basın toplantısı düzenliyor. Kendisine karşı İçişleri Bakanlığı tarafından gerçekleştirilen terör soruşturması görünümlü iktidar kuşatmasına karşı bir savunma hattı kuruyor ve bununla yetinmeyerek kendisi hamle yapıyor.
Soruşturmaya konu olan iddiaların yersizliğini, çelişkileri ve karşı argümanları basınla paylaşmak için Saraçhane’de düzenlediği ikinci basın toplantısına ben de gittim.
NE ANLATTI, NE İDDİA ETTİ?
Gelelim toplantıya.
İmamoğlu öncelikle Goethe’nin Faust eserine bir kaç kez atıf yaptı ve karşısındaki gücü bu eserdeki “Mephisto” karakteriyle özdeşleştirdi. İBB başkanı olarak şahsının hedef alındığını ve kendisine karşı bir düşman hukuku geliştirildiği iddiasını, çelişkileri ve sayısal tutarsızlıkları ortaya koyarak, "Adamına göre muamele, belediyesine göre hukuk irad edildiğini" vurgulayarak belge ve iç yazışma örnekleriyle ortaya koydu.
Benzer şekilde yapılan personel alımlarını ve adli sicil kayıtlarını paylaşarak “Ak Partili Belediyelere de bana yaptığınızı yaptınız mı?” sorusunu sordu.
El yükseltti ve İçişleri Bakanı Süleyman Soylu’nun terörle bağlantılı, iltisaklı isimlerin personel olarak alımını öğrendikleri anla bunu öne sürdükleri zaman dilimi arasında geçen sekiz ayın sebebini sorguladı ve bunun en basit haliyle görevi ihmal suçu olduğunu ileri sürerek suç duyurusunda bulunacaklarını duyurdu.
Ayrıca Mevlüt Uysal dönemindeki personel alımlarını masaya yatırdı ve “Meğer içinizde ne az vicdan biriktirmişsiniz” diye seslendiği Adalet Bakanı Bekir Bozdağ’ı hedef aldı.
Konu İBB ve kendisi olunca "suç" olarak işaretlenen "personel alım" kıstaslarının kendisinden önceki dönemde de uygulandığını ama onların İBB gibi hedef gösterilmediğini söyleyen İmamoğlu, şu an Ak Parti’de olan belediyelerdeki duruma dair sorular sorarak, eğer bu çifte standart hukuki olarak da sabit olursa, yani savcılık onlara değil sadece İBB’ye terör soruşturması açarsa, siyasi yasak istenen davasındaki hukuksuzluğa da son verilmezse kısaca “İstanbullu’nun iradesiyle oynanırsa gök kubbeyi başınıza yıkarız” ifadesini kullandı.
Konuşmasının devamında ise “Gök kubeyi yıkma” ifadesini yaklaşan seçimleri işaret ederek ve 2019’daki yerel seçim sonuçlarının hatırlatarak açtı.
“8 AY BOYUNCA NEREDEYDİNİZ?”
Peki İmamoğlu’nun bahsini ettiği çelişkiler ve çifte standartlar neler?
Süleyman Soylu, 28 Aralık’ta İmamoğlu'nun ilk basın toplantısındaki açıklamalarına cevap verirken iştirak şirketlerinin özel şirket gibi olduğunu söylemiş ve"terörle iltisaklı" olduğunu iddia ettikleri 505 çalışanla ilgili olarak sorumluluğun İBB’de olduğundan bahisle kendisinin İçişleri Bakanı olarak yetkisinin olmadığını, kanun izin veriyor olsa bu kişileri kendisinin işten atacağını söylemişti.
Ekrem İmamoğlu ise bu duruma karşı İzmir Büyükşehir Belediyesi örneğini vererek bir belge gösterdi ve şunları söyledi:
“İzmir Valiliği, 'Güvenlik ve Arşiv Araştırması Komisyonu' 14 Temmuz 2020 tarihinde yaptığı toplantı ile bazı belediye çalışanlarının arşiv araştırmalarında sorun buluyor. Valilik, İçişleri Bakanı'na gönderiyor ve 'İşten çıkartılmasını isteyeceğiz, onayınız var mı?' diye soruyor. Bakan 'olur' veriyor ve Soylu'nun yetkimiz yok dediği iştirak şirketlerinden 15 işçi işten çıkarılıyor.”
İmamoğlu’nun gösterdiği evraka göre 14 Temmuz’da alınan karar 24 Ağustos’ta tebliğ edilmiş, konunun Bakanlığa intikali ve onayı ile yazının İzmir Valiliği'ne gelişi sadece 40 gün sürmüş. Bakanın ‘yetkimiz yok’ dediği İzenerji ve İzelman’dan arşiv araştırması olumsuz bulunan 15 içinin çıkarılması bu şekilde tamamlanmış.
Haliyle İmamoğlu da soruyor: “Hani yetkiniz yoktu Sayın Soylu? Olmayan yetkinizi kullanıp nasıl oldu da 15 kişiyi iştirak şirketinden çıkarttınız. Maden öyle bakan bey şimdi de bir toplantı daha yapmalı neden İBB için de bu yetkisini kullanmayıp 8 ay boyunca görevini ihmal ettiğini açıklamalı”
İMAMOĞLU’NUN GÖREVE GELDİĞİ TARİHTE İBB’NİN ARŞİV ARAŞTIRMASI BİLGİLERİNİ İSTEME HAKKI YOK
Önce ‘Ahmak Davası’ ile şimdi de terör soruşturmasına maruz kalma baskısı ile karşı karşıya kalan İmamoğlu’nun nasıl bir hukuk garabetiyle sınandığını anlamak için öncelikle şunun bilinmesi elzem:
Anayasa mahkemesinin personel alımı yapan bir belediyenin alacağı kişiler hakkındaki arşiv araştırması ve güvenlik soruşturması yapılmasını yasakladığı bir dönem var. 28 Kasım 2019 ve 18 Nisan 2021 arası.
Bu dönemde yapılan personel alımlarında İBB’nin bakabileceği tek şey adli sicil kaydı.
İmamoğlu da elbette bu duruma isyan ediyor ve özetle şunu söylüyor: “Bakan’ın şu şu teröristleri işe almışsınız dediği isimler burada, hepsinin adli sicil kaydı temiz görünüyor. Benim kalp gözüm açık değil, zihin okuyamıyorum ve istihbaratçı değilim. Adli sicil kaydı temiz görünen kişiler hakkında olumsuz bir arşiv araştırması sonucu olduğunu bilemem. Bunu bilmekle yükümlü olanların sorumluluğu suç olarak bana hamledilemez. Buna mukabil bakınız 28 Eylül 2017-31 Aralık 2018 arasında görev yapan Mevlüt Uysal döneminde İBB başkanına arşiv araştırması isteme yasağı yoktu! Buna rağmen Uysal o dönem işe aldığı 10 bin 858 kişi için arşiv araştırması istememiş. Aldığı 324 kişinin adli sicil kaydı var, buna rağmen istihdam etmiş. Arşiv araştırması istenenlerden 451’inin suç kaydı çıkmış. Aralarından 12’si terör suçlusu. Peki bu dönemde neden İBB’yi mercek altına almadınız?”
İmamoğlu konuşmasında ayrıca terörist denilerek afişe edilen, hayatları tehlike altına giren kişilere yapılan haksızlıkların tekabül ettiği hukuk skandalına da geniş yer verdi. Afişe edildikleri için işten çıkarmak zorunda kaldıkları ama sonra tamamen suçsuz olduğu anlaşılan işçileri anarak vicdani sorgulama yaptı ve içinden geçmekte olduğumuz dönemin "benzersizliğine" dikkat çekti. İltisak ve irtibat gibi kriterlerle masumiyet karinesinin ve suçun şahsiliği ilkesinin ayaklar altına alınmasına ilişkin itirazı kayda değerdi.
İmamoğlu İstanbul’a kayyum atanması ihtimaline pek olasılık vermiyor, ama Ahmak Davası ve terör soruşturması derken siyasi yasak vs nedeniyle görevden alınması halinde bir söz veriyor: “Devlet aklı selimini yitirmişse ben vatandaş Ekrem İmamoğlu olarak, hiçbir sıfata gerek olmadan tüm Türkiye’ye bu ayak oyunlarını, yargının nasıl köleleştirildiğini mahalle mahalle cadde cadde sokak sokak gezerek anlatacağım.”
Neden böyle yapacağını ise “Ben ılık su demokratı değilim” diyerek açıklıyor : “Türkiye vesayetleri tarihe gömdü, bu ülkede sandıktan çıkan başka iradeler başka vesayetler altında kalmasın diye bunu yaparım."
Toplantıyı izlerken aklımda sürekli aynı soru var: “Bu şehre kayyum atanır mı sahiden? Bu kadar ileri gidilebilir mi?”
Her seferinde “Yok, o kadar olmaz herhalde” diyemediğimi fark ediyorum.