Ne yeteri kadar huysuzdu ne de virjin
Kadın kılığına girmiş bir erkek, ağzı da epey bozuk, eşiyle gazinoya gelen hiç de çekici olmayan adama “Yatalım mı?” diyor, hepimiz de kahkahalarla gülüyoruz. Aman ne komik. Huysuz Virjin’in mizahı dilinden düşürmediği o uzuv kadar sınırlı. Birkaç bel altı espri ve ima, belki bir-iki küfürlü söz ve 1970’den beri kendi kendini tekrar eden gösteri.
Komik miydi? Ben ona hiç gülemedim, ama insanların neden güldüğünü anladım. Özellikle Türk seyircisi kendisine hakaret edilmesinden haz alıyor, ama bunu bir erkek yapsa silahını çıkartıp vurabilecek kadar da ilkel. Kadın kılığına giren bir erkek oyunun bir parçası, bir anlamda hafifletici neden. Zeki Müren de bir zamanlar Sabah gazetesinin promosyon olarak verdiği fıkralar kitabı yazmıştı ve tamamı cinsel göndermeliydi. Böyle fıkraları bir kadının anlatmasına zaten izin verilemezdi, aynısını bir erkek yapsa ya dayak yer, ya öldürülür, ya da hakkında soruşturma açılırdı.
TOPLUMUN RİYA OYUNU
Bu bir tür iki yüzlülük kuşkusuz. Bu iki yüzlülüğün tek istisnası riyayı toplumun yüzüne hiç kendinden ödün vermeden vuran, hiçbir zaman cinsel göndermelerden çekinmeyen Mehmet Ali Erbil’di.
Seyfi Dursunoğlu hiçbir zaman Erbil kadar cesur olmadı, hatta toplumdaki iki yüzlülüğü bizzat besledi. Önce gazinolarda, sonra da televizyon ekranlarında yaptığı şovlar toplumun ahlakını bozmuyordu. Ama bir anlamda kötülük yapıyor, eşcinselliğin görünürlüğünü sadece “Huysuz Virjin” karakterine indirgiyordu.
Böyle davranmayı da yıldızının hiç barışmadığı Zeki Müren’den öğrenmişti kuşkusuz. “Paşa” hiçbir zaman rakip tanımadı, hele hele kendisinden daha frapan ve grotesk rakiplerini hiç kabul etmedi. Bu yüzden Bülent Ersoy’u da sevmedi, Seyfi Dursunoğlu’nu da kabul etmedi. Ama ikisine de Türkiye’de kabul görme konusunda örnek oldu.
Ne de olsa apartman topuklar ve mini etekle sahneye çıkıyor, ama “Bin kadınla yattım,” diyordu. “Paşa” o bin kadınla herhalde hemen her gece gidip özel koltuğuna oturup, bir elinde kolonyasıyla genç erkekleri testten geçirdiği Talimhane’deki meşhur kulüpte tanışmamıştı herhalde. Ama toplumu çözmüş, riyanın tuttuğunu çok erken kavramış, kendince oynuyordu.
Zeki Müren için bunun bir oyun olduğu belliydi, zira hiçbir zaman kendi özel hayatından taviz vermemişti. Münzevi yıllarında bile tekneyle Bardakçı Koyu’na gidip etrafına topladığı kadınlarla bel altı muhabbet yapıyor, akşamları da Bodrum’daki evinde hep alışkanlık olduğu üzere kasabanın gençlerini ağırlardı. Bugüne bugün bir kez kendi dünyasına savaş açmadı, ağzından -en azından ben hatırlamıyorum- homofobik cümleler saçılmadı. Bugünden bakınca dünü yargılamak elbette kolay; ama dünün kurallarıyla bile Zeki Müren sırf o oyunda yer almak uğruna da kendi kimliğine özünde ihanet etmedi.
Seyfi Dursunoğlu daha trajik bir karakterdi. 40 yaşında sahneye çıkmıştı ilk kez; şarkı söyleme yeteneği yoktu, bir şekilde dikkat çekmesi için de evde kalmış ama aklı hep sekse takılı frapan bir karakter yarattı. Çok orijinal bir fikir değildi. Türk kültüründe zenne vardı zaten. Büyük ihtimalle Avustralya’da 1955’te şov yapmaya başlayan Dame Edna Everage’dan da etkilenmişti.
Asıl trajedisi şöhrete 40’ından sonra ulaşmanın tedirginliğiyle kazandığı paranın tadını hiç çıkaramaması, hayatını hep gizli kapılar ardında yaşamasıydı. Evine hiç kimse girmezdi, pek dostu yoktu. Herkes onun cimriliğinden bahseder, ama mesele sırf para da değil sanki. Sahiden aseksüel miydi acaba? Belki para harcamaktan korktuğu gibi hayatını yaşamaktan, cinsellikten de korkmuştu. Belki de bu yüzden çevresine, hatta kendisine bile düşmandı. Kim bilir, belki de tatmine sadece Huysuz Virjin olarak ulaşıyor, kendi üzerinde kurduğu baskıdan böyle kurtuluyordu. Huysuz ve Dursunoğlu birbirinin zıddı gibi görünüyor, ama çok da farkları yoktu.
PARA İÇİN NELER DEDİ
2002 yılında AK Parti’nin ilk seçim zaferinden hemen sonra konuştum Dursunoğlu’yla. Yıldırım Mayruk’un iktidara örtülü bir eleştiri getirmek üzerine tesettür kıyafetleri de podyumda sergilediği o şoke edici defilesinin “baş manken” parodisiydi.
“Yeni dönemde Huysuz Virjin değişecek mi?” diye sormuştum. “Ben bu tip seçimleri çok geçirdim, benim olayımda değişen bir şey olmadı, olmayacak da,” demişti zamanın öngörüsüzlüğüyle. “Bana kadar inemiyorlar. Halledilmesi gereken o kadar çok işleri var ki onlardan bana vakit kalmadan dört seneyi devirmiş oluyorlar.”
Huysuz Virjin’e kadar inildiğini bile yaşarken gördü, ekranlar kapandı. Tam da bu yüzden ölümünün ardından Seyfi Dursunoğlu bir hoşgörü ve ifade özgürlüğü sembolü olarak anılıyor. Evet, RTÜK ona itiraz etmişti. Ama aslında yer altından ana akıma yükselen Huysuz Virjin bu doğal süreçte mi miadını doldurmuştu, emin değilim. Televizyon çok kısa ömürlü sonuçta.
Yine de bugünkü yaygın ezberi kabul etsem bile, aslında ona verilen payeleri hak edecek biri olmadığını, hiçbir zaman bir ilke için savaşmadığını söyleyebilirim. Asıl derdi hep 40’ından sonra kazandığı para oldu.
2011’de Ayşe Arman’a ekranlara geri dönebilmek, o para musluğunun tekrar açılması için her türlü mesajı verdi: “Tıbbı bitirmişsindir, yüksek tahsil yapmışsındır ama eşcinselsindir, evinde oturursun, senin ne olduğun kimseyi alakadar etmez”den tutun “Her şeyin normali güzel, bütün dünya bu olguya karşıysa bir bildikleri var”a, “Toplu yürüyüş yapan eşcinsellere bile kızıyorlar, o zaman onlar da yürümeyiversinler”e kadar.
Zeki Müren için de, Seyfi Dursunoğlu için de bir başka seçenek vardı. Huysuz Virjin “Seninki büyük mü”den öteye gitmeyen mizah anlayışıyla servet yaparken, RuPaul drag’i sanat formu olarak yorumluyor, bilmeyene de öğretiyordu. Bizimkiler de sahip oldukları platformu farklı şekillerde kullansalar bugün Netflix’i falan tartışıyor olmazdık; toplum ilerlemiş olurdu. Ama görünürlük adına bıraktıkları miras Kerimcan ve türevleri oldu.