ANNELİK DEMEK…
Annelik, bebeğin uyurken bile onu özlemek demek... Annelik, söz konusu çocuğun olunca hiçbir yükün ağır gelmemesi demek... Annelik sürekli tekrar etmek demek...
TAM 10 yılı geçti "annelik" yazıları yazalı ve anne ve bebek sektöründe profesyonel olarak çalışalı... Bugünlerde akşamları çocuklar uyuduktan sonra dördüncü kitabın hazırlığını yapıyorum, yazdığım hamilelik ve loğusalık kitabını derlemenin dışında bir de eski yazıların içinde, satır aralarında "anne"
denen şeyin ortak tarifini arıyorum.
Gerek benim yazdıklarım, gerek okurlarımızdan gelenler, gerekse yıllardır karşılaşıp konuştuğum tüm anneler bir yerlerde kesişiyoruz.
Eski notlarımı karıştırırken 2002 yılında ülkemizde ilk "anne grup terapisini" yaptığımız gün çıktı karşıma. 40 anneyiz. Toplandık. Prof. Dr. Sırrı Bektaş'ın ofisinde yanımızda uzman psikologlar, başladık konuşmaya. Nasıl da yalnızız çoğu zaman... Ne kadar da büyük şehirde annesiz babasız anneleriz bir başımıza... Nasıl da yardım etmiyor eşler çoluğa çocuğa, çamaşıra bulaşığa...
Bir baktık konuşurken bazımız ağlıyor, yanında oturan diğerinin omzunu tutuyor. Birisi hıçkırmaya başlıyor, "Yemin ediyorum öyle biran geliyor ki tutup fırlatmak istiyorum sabrım bitiyor, tükendim" diyor. Birisi kalkıyor gidip ona sarılıyor, sonra diğerlerimiz ağlıyoruz.
Aslında her anlatılanda, her hikâyede bir şekilde kendimizi buluyoruz... Konuştukça rahatlıyoruz, uzmanlar gerekli yerlerde müdahale edip sorular soruyorlar, daha da rahatlamamızı sağlıyorlar.
Fakat ortada abuk sabuk bir durum var. Yanlış desen yanlış değil, tuhaf desen tuhaf değil. Biz annelerin bildiği, kanıksadığı, kabul ettiği gerçek. Dışarıdan bakan birine "Bunlar resmen çıldırmış!" dedirtebilir bir durum.
40 KADIN BİRBİRİNE SARILDI
Orada konuşup ağlayarak "Yoruldum, ölüyorum, bittim, perişanım, yalnızım, emziremedim, tek başıma da kaldım" derken içimizde birisi çocuğu düşünüyor. Şu an ne yapıyor, yedi mi, uyudu mu, beni istiyor mu, ağlıyor mu, düştü mü kalktı mı diyor. İnsanın dengesini bozuyor...
Paylaşımda bulunmak, hem de hislerini başka insanlara söylemek, itiraf etmenin gücüne inandığım nadir anlardan biri olmuştur o gün benim için. Hiç unutmadım, unutamadım.
Ağlayarak birbirimize sarılan o 40 anne, ben dahil çıkışta topuklarımız popolarımıza vura vura koşmuştuk evlerimize çocuklarımıza sarılmak için.
O gün anladım bir kez daha; tuhaf olan şey buydu aslında. Çünkü annelik hayatta verdiğiniz her türlü karardan vazgeçebildiğiniz halde vazgeçemeyeceğiniz tek karar demekti.
Sizi böyle sıkıntıya sokabilen, böyle hıçkıra hıçkıra ağlatabilen, diğer 39 kadının önünde böğürerek iç dökmenizi sağlayan bir adam olsa sorununuz çeker giderdiniz belki de, geri dönmeden.
İşte bu kadar ani duygu değişimlerine de neden olan tek şey annelikti. O odada zırıl zırıl ağlayıp "Bazen fırlatmak istiyorum" dediğiniz çocuğunuzu 5 dakika sonra o kapıdan çıkınca "Bebeğiiiim geliyoruuuum, yettim yanına annecim" diyerek az önceki duygu halinden arınmış, gözlerinizi kazakların koluna silerek ve sümkürerek aramak annelik demekti.
Uyurken bebekler, onları özlemek de demekti.
Bir şey olsa da uyansalar diye içinden geçirmek de demekti.
Pijamalarını giyip, yüzüne kremlerini sürüp tam uykuya dalacağın anda gece 00.30 sularında "Anne"
diyerek yatağına oturan, gözler yumuk yumuk kendi kendine mırıldanan minicik bebeğini görünce ise "Bu saatte uyandı şimdi nasıl uyuyacak?" diye düşünmenin yanında "Ohh be iyi ki uyandı, güzelce bir
oynaşalım öpüşelim diğerleri uyurken baş başa ikimiz" diye düşünmek de demekti...
Uykudayken bile özlediğin çocuğun gece kendi kendine uyanınca, her ne kadar uykusuzluktan ve
yorgunluktan şikâyet etsen de, aslında içten içe gizlice sevinmek demekti...
ANNELERE HİÇBİR YÜK AĞIR GELMEZ
Çocuğunun gözünde o bir anlık mutluluğu, ışığı, sevinci görebilmek için 40 kilo yük taşıyabilmek demek. O 40 kilo yükü 40 kilometre taşıyabilmek için yüreğinde, kollarında, bacaklarında gücün olması demekti. Söz konusu çocuğun olunca hiçbir yük sana ağır gelmez demekti...
Dışarıda yediğin şeylerin içinde çocuklarından birinin çok sevdiği bir şey varsa gereksiz yere hüzünlenmek demek. "Ahhh kızım da buna çok düşkün..." veya "Emrecim buna bayılır yaaaaa..." veya "Rüzgarım bunun için deliriyor... " diyerek iç geçirmek demek. Boğazından yanında çocukların yokken geçen o 1 lokmanın içini acıtabilmesi demekti...
Canından çok sevdiğin minicik insanları hayatına almak, kabul etmek, ilk kez kendin dışında bir birey için koşulsuz, beklentisiz ve sorgusuz dua edebilmek, her şeyin onun iyiliği için olmasını istemek demek, sevginin en gerçeğini yüreğinde her salise hissetmek demekti...
KAOTİK olmak demekti annelik. Her telefon çaldığında, çocuğun okulundan veya gelen her çağrıya baktığında kalbinin hızlı hızlı çarpmaya başlaması, kafada milyon tane kurgu üretmek demekti.
Zamanla yarışmak, zamansızlığa teslim olmak ve hiçbir şeye yetişemediğini hissetmek demekti.
Diğer işlerini bitirsen de çocukların ile ilgili işlerinin ve yapılacaklar listenin asla sonlanmaması demekti. Her yeni gün yapacaklarına yeni binlerce şey ekleyebilme potansiyeli demekti...
Çocuklarınla evde kalıp oyun oynamak, ekmek kızartmak istemek demekti. Çocuklarını yanına alıp, koltuğa gömülüp, bir battaniye çekip Aslan Kral izlemeyi başka hiçbir şeye değişmemek ise anneliğin ta kendisiydi.
Anladım ki annelik sürekli tekrar etmekti...
ANNELİK demek, daimi olarak içinde bir ev kadını olma duygusu da taşımak demekti... Ara ara bu duygunun ortaya çıkıp patlaması, yanması, alevlenmesi demekti. Hele hele çalışan anneler için annelik demek; ev kadınlarını, ev annelerini için için kıskanmak demekti. "Keşke, keşke, keşke ben de onların yerinde olsam, neden şikâyet ederler ki" diye iç geçirmek demekti...
Minik kızın için toka, bebecik oğlun için minik arabalar ve resim meraklısı büyük oğlun için karikatür, defter, kalem, silgi gibi farklı kırtasiye ürünlerini almaya doyamamak demekti.
Aynı şeyi milyonlarca kez yapmak... Aynı çiçeği binlerce kez çizmek. Aynı kitabı binlerce kez okumak, aynı oyuncak ile her oyunda aynı heyecanla tekrar tekrar tekrar sevinçle oynamak demekti. Aynı kelimeyi on binlerce kez söylemek, aynı tepkiyi binlerce kez vermek demekti.
O gün anladım ki: Annelik daima hayatın tekrarları demekti.
Ve o bitmeyen, dinmeyen, sürekli kanayan vicdan azabıyla yaşamak anneliğin en gerçek haliydi!