Öğrenim hakkı ve özgürlüğü
Peygamberlerin, yüce Allah'tan aldıkları mesajı insanlara tebliğ etme ve öğretme özgürlükleri vardır
GÜNÜMÜZ ilahiyat fakültelerinde Allah'ın varlığı ve birliği, Kuran ve Peygamber'in peygamberliğinin dışında her şey masaya konup sorgulanmalıdır. Fakat insanlar bu sorgulamaya müsaade etmemektedir. Onun için İslam âleminde ağır, derin, yaygın bir mezhepçilik çıkmış ve insanlar bu mezhepçiliğin uğruna öldürmekte ve öldürülmektedir. Geçmişte öğretim ve ifade özgürlüğüne engel olup ellerini, dünya insanlığının öğretmenleri olan peygamberlerin ağızlarına tıkayanlar helak olmuşlardır. Bunun için aşağıdaki ayetten ibret almak gerekiyor.
"Sizden öncekilerin, Nuh, Ad ve Semud kavimlerinin ve onlardan sonrakilerin haberleri size gelmedi mi? Onları Allah'tan başkası bilemez. Peygamberleri kendilerine mucizeler getirdi de onlar, ellerini peygamberlerinin ağızlarına bastılar ve dediler ki: Biz, size gönderileni inkâr ettik ve bizi kendisine çağırdığınız şeye karşı derin bir kuşku içindeyiz." (İbrahim, 9)
Peygamberler, geldikleri toplumun halkına mucizelerle ve delillerle gelmişlerdir. Burada mucize ve delillerle gelme olgusu eğitim faaliyetine işaret etmektedir. Peygamberler, toplumların kötü gidişini durdurmak, çöküşü önlemek, iyiyi, güzeli, doğruyu ve hakkı hayatlarına geri döndürmek için köklü eğitim faaliyetine girişmişler ve bu faaliyeti yüce Allah onlara farz kılmıştır. Onların bu eğitim faaliyetini başlatan kaynak da ilahi vahiy ve mucizeler olmuştur. İlahi vahiy, eğitimin beşeri fikirlere göre yapıldığı ihtimalini ortadan kaldırıp tarafsız bir kaynaktan gelen fikrin önemini vurgulamıştır.
Mucizeler de insanın şu psikolojisini kapatmaktadır: İnsan vuruşup aciz kaldığı insana daima boyun eğer. Güçlünün karşısında boynunu büker ve teslimiyet bayrağını çeker. Bu durum insanın doğasında vardır. İşte mucizeler, insanı güç ve beşeri bakımdan aciz bırakmaktadır. Mucizenin karşısında aczini hisseden insan hemen Allah'ın gücünü ve peygamberin gerçek peygamber olduğunu anlayıp iman denen teslimiyet bayrağını çekiyor. Onun içindir ki tarafsız, yani objektif bilgi olan ilahi vahiy ile mucizeler, peygamberlerin eğitiminde olmazsa olmazı teşkil etmektedir.
"Onlar ellerini, peygamberlerinin ağzına bastılar." "Ellerini peygamberlerin ağzına basmaları", aslında mecazi bir anlatım şeklidir. Bu anlatım şeklini günümüze taşıyarak anlatırsak şöyle açıklayabiliriz: Biz buna "Öğretim özgürlüğünü engellemek, ortadan kaldırmak ve ona engel olmak" diyoruz.
Peygamberlerin, yüce Allah'tan aldıkları mesajı insanlara tebliğ etme, ulaştırma ve öğretme özgürlükleri vardır. Halkın da onlardan bu mesajı öğrenme hakları ve özgürlükleri vardır. Öğrenim özgürlüğünü engellemek, insan haklarına yapılan en büyük tecavüzdür. İşte o kavimlerin ileri gelenlerinin, peygamberlerin öğretimini engellemelerini yüce Allah "elleriyle ağızlarını kapatmak" olarak ifade etmiştir. Biz burada şu soruyu sormalıyız: Yüce Allah neden "engellemek" fiilini kullanmadı da "el ve ağız" kavramlarına yer vererek mecazi bir ifadeyi tercih etti?
Yüce Allah "eller" ile "ağızlarına basmak" ifadelerine bize göre farklı bir mana yüklemiştir. Arapça "el" anlamına gelen "el-yed", aynı zamanda "güç" anlamına da gelmektedir. Bu mananın Kuran'dan delili Fetih Suresi'nin 10. ayetidir. "Allah'ın eli onların elinin üzerindedir" ayeti, "Allah'ın gücü, desteği, onayı onların güçlerinin, onaylarının üstündedir" manasına gelmektedir.
İşte bu manadan hareket edersek "ellerini ağızlarına bastılar" ifadesi, "Güç kullanarak zorla peygamberleri susturdular" demektir. Fiziki, yani maddi anlamda ellerini ağızlarına koymadılar; el denen gücü kullanarak konuşmalarını engellediler. Bunun bir anlamı da "ifade özgürlüğünü ortadan kaldırmalarıdır".
Demek ki o toplumların özellikle ileri gelenleri zor kullanarak, halkın hem öğrenim hakkını hem de ifade özgürlüğünü ellerinden almış veya almaya çalışmışlardır.
Onların bu yaptıkları baskı, yani öğrenim hakkı ve ifade etme özgürlüğüne mâni olma bir süreç olarak tarihte devam etmiştir. O dönemlerde kâfirler, inananların peygamberlerle yüz yüze gelip konuşmalarını baskı kullanarak önlüyorlardı.
Medeni dünyamızda düşüncelere zincir vurulmamalı, kalemler susmamalı, öğrenim hakkı ayakta tutulmalı ve ifade özgürlüğü kutsanmalıdır. Bunlar yapılmalıdır ki ilkellikten kurtulalım, hep aydınlık içinde olalım ve Allah'ımızın katına özgürlükleri engelleme günahıyla çıkmayalım; zararlı olmadığı müddetçe kelimelerin bile değerini bilelim, gelecek nesillere nurlu, aydınlık bir dünya bırakalım.
BAYRAKTAR HOCA yanıtlıyor
Psikolojik sorun için doktora gidin
■ Hocam erkek kardeşimin psikolojik sorunları var. İnançlı biri ve Kuran'da ruhun Allah'a ait olduğunun yazdığını söyleyerek "Fiziksel rahatsızlıklar için doktora gidilebilir ama ruhsal hastalıklar için gidilmez" diyor. İkna edemiyoruz. Yardımcı olur musunuz? T.C.
Ruh tabii ki Allah'tan gelmiştir ama bedenimizi de Allah yaratmıştır. İkisini birbirinden ayıramayız. Ruhsal bozukluk demek, ruhun bedenimizle olan ilişkisinde aksaklığın olması demektir. Bedensiz ruhta hastalık olmaz. Bu nedenle nasıl ki bedeni hastalıkta doktora gidiyorsak, ruhi hastalıkta da gitmeliyiz.
Cennette sıkılma duygusu var mı?
■Cennette nasıl vakit geçirilecek hocam? Orada sıkılma diye bir duygu olmayacak mı? Z.L.
Cennette sıkılma diye bir kavram olmayacak. Orada da yaşayış sürecek, dostluklar devam edecek.
Kalp mühürlenmesi ne anlama geliyor?
■ Bakara Suresi'nin 7. ayetinde "Allah onların kalplerini mühürlemiştir" deniyor. Bir hocamız, bu ayete
"Sanki mühürlemiştir" yorumu yapılması gerektiğini söylüyor. Doğru mu, mühürlemek ne demektir? H.Y.
Bu ayette mecazi bir anlatım vardır. Mühürlemek, "anlayış kanallarını kapatmak" manasındadır. Allah durup dururken kalbi mühürlemez, kalp kulun yaptığından dolayı mühürlenir. Ayette "sanki" kelimesi de yoktur.