Hangi soykırım?
Sözde Ermeni soykırımı iddiaları her yıl 24 Nisan’da yeniden gündeme gelir ve Türkiye karşıtı çevreler bu meseleyi bir hesaplaşma fırsatına çevirirler. Tarihçilerin mutabık kalmadığı ve dahi yeterince irdeleyemediği bir konuda önyargılı ve husumete varan yaklaşımlarını ortaya koyarlar. Bir yönüyle parlamentoda tarih yazanlar, Türkiye’yi bu yolla sıkıştırmanın gayreti içerisindedirler.
Bu yaklaşıma sahip olanlar bizzat kin ve düşmanlığı ekenlerdir… Oysa bölgemiz huzur ve barışa her geçen günden fazla ihtiyaç duymaktadır. Ermenistan’ın Azerbaycan’da işgal ettiği Karabağ’dan çıkması durumunda bu normalleşme süreci hızlanabilir. Kabul etmek gerekir ki Türkiye tarihsel dayanaklarının yanı sıra Azerbaycan’la olan hassas ilişkilerini gözden kaçırmayacaktır.
Bununla birlikte bu konuda Türk tezine karşı üretilen yayınlar çok daha fazladır. Dünyada sadece 20 Binden fazla kitapları vardır. Bizim tezlerimizi yansıtanlar ise çok ama çok geridedir. Görsel ve sanatsal propaganda araçlarını saymıyorum bile.
Peki tezlerimizi farklı kılan nedir?
Aslında her ikisi de değişen oranlarda karşılıklı kayıplardan bahseder. Yegane farklılık, sebep/amaç/kullanılan kavramlardır. Bilhassa karşı tezlerin 1915-1916’da “bilerek ve isteyerek bir milletin yok edilmesi girişiminde bulunulduğunu” yani “soykırım” iddiasını tartışmaya açmak istemeyişi dünden bugüne kin ve düşmanlık tohumlarını yeşertmeye devam etmektedir. Bu tutum karşılıklı olarak dinleme ve anlama kapasitesini bir çıkmaza sürüklemektedir.
Oysa 24 Nisan 1915’te yayımlanan tamim ve ardından gelen sevk ve iskan kararı, o dönem Türk topraklarını parçalamak amacı taşıyan İngiltere, Rusya, Fransa gibi ülkelere taşeronluk yapan kesimlere yönelik olmuştur. Nitekim birçok Ermeni yapılanması isyan ve saldırılarla Türk ordusunun zayıflamasına sebep olmuş, belki de savaşın seyrini değiştirmişlerdir. Devlet buna bir son vermek için önce 24 Nisan’da tutuklamalar yapmış, sonrasında da zorunlu olarak sevk ve iskan kararı almıştır. İşte bu süreçte karşılıklı kayıplar olduğu doğrudur.
BU NASIL AÇIKLAMA?
Daha çok tarihçilerin değerlendirmesi gereken bu husus bir tarafa ülke içerisinde de akılalmaz iddialara ortak olanlar yok değil. Örneğin HDP’nin tutumu… Daha bir gün önce TBMM’nin açılışını, 100 yıl önce düşmana karşı verilen mücadeleyi milletçe andık. Hep bir ağızdan İstiklal Marşı okuduk. Allah aşkına bu marş durup dururken mi yazıldı?
HDP Merkez Yürütme Kurulunun açıklaması şuydu: “Ermeni Soykırımı utancıyla yüzleşiyoruz.”
Hangi soykırım, hangi utanç, hangi belge ve bilgilere dayanarak bu sonuca vardınız?
Ne yönetim ne politika bilimi açısından böyle sorumsuzca bir açıklama kabul edilebilir değildir. Zira Türkiye’nin tezleri bellidir. “Siyaset, parlamentolar mümkün olduğunca uzak dursun, tarihçiler irdelesinler ve gerçeğe ulaşsınlar” deniliyorken mecliste grubu bulunan bir parti hangi tezlere inanarak bu açıklamayı yapmaktadır?
KISA NOTLAR:
- 23 Nisan 21.00’de İstiklal Marşı okuyuşumuz ve insanların duyduğu ortak heyecan… İşte bir milleti millet yapan böyle bir şeydir. Sevinçte ve tasada bir olmayı, ortaklığı ve birlikte yaşama iradesini korumak. Korona günleri geçtiğinde aklımızdan hiç çıkarmayacağımız anlardan biriydi.
- Vefatının yıldönümünde önemli fikir adamlarımızdan Prof. Dr. Erol Güngör’ü rahmetle anıyorum. Bir sempozyumda ondan bahsederken şöyle demiştim: “Milli düşünce coğrafyamızın başkentlerinden biriydi.” Yeniden okumaya ve anlamaya değer!
- Ermenistan tarafının 105. yıldönümü çerçevesinde yaptığı çağrıya birçok ülkeden cevaplar verildi. En ilginci de Ukrayna Dışişleri Bakanlığının genelgesine rağmen “soykırım” sözünü kullanan Ukrayna İçişleri Bakanı Arsen Avakov oldu. Genelgede devlet memurlarının açıklamalarında “Ermeni Soykırımı” sözünü kullanmamaları, bunun dost Türkiye’nin en hassas noktalarından biri olduğu yazıyordu.