Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        Koronavirüsle mücadele, başta vatandaşların, siyasetin ve ilgili tüm kurumların ana gündem maddesi haline gelmiş durumda. İnsanların hayat biçimi, sosyo-ekonomik durumu ve gelecek kaygısı çok konuşulan normalleşme günlerinde adeta bir buzul dağını anımsatıyor. Arkasından nasıl bir iklimle yüzleşeceğiz, şimdiden kestirmek zor.

        Doğrusu sadece bize bağlı olmayan bir süreçle karşı karşıyayız. Dünyanın ve özellikle kaotik meselelerin nereye doğru evrileceği bizim gibi gelişmekte olan ülkeleri daha kırılgan bir konuma sürükleyebilir.

        Nasıl olmasın ki?

        Kimi zaman iç içe geçtiği anlaşılan terör örgütleriyle mücadele, yüzlerce kilometrelik sınırınızda ve dahi sınır ötesinde siyasi ve askeri gücünüzü tahkim etme zorunluluğu, bununla da kalmayıp küresel güç merkezleriyle asimetrik bir fotoğrafı karalayabilmek…

        Yanlış anlaşılmasın! Alışılagelmiş bir dışsallık dürtüsüyle söylemiyorum bunları... Yani “Her sorun ve tehdit bizim dışımızdadır; bizim dışımızda kaynaklanmaktadır” tezine hayli mesafeli olanlardanım.

        Ancak kabul etmek gerekir ki Türkiye ciddi tehlikelerle karşı karşıya…

        Ve korona etkisiyle, devlet kapasitemizin de ciddi bir testten geçmekte olduğunu hep birlikte gözlemliyoruz.

        Buradan en az hasarla çıkılabilir mi?

        Evet… Elbette bunun için uğraşılıyor…

        REKLAM

        Yine de daha kırılgan, daha karmaşık ve rakiplerinizin daha hoyratça konumlanacağı bir uluslararası rekabetin içerisine sürükleniyoruz.

        Bu tehlikelerden birisi de Doğu Akdeniz’de bizi beklemekte…

        Bir ayağında enerji ve egemenlik mücadelesi, diğer ayağında Libya’da kimin söz sahibi olacağının belirlenmesi… Türkiye hedef ve imkanlarıyla bu iki ayakta da dengeyi kurabilmek mecburiyetindedir.

        Bakın nasıl bir cepheyle karşı karşıyayız; bir kez daha hatırlayalım.

        Malumunuz, 2003’te Annan Planı açıklandı. Bundan 3 ay sonra Rum Kesimi Kıbrıs adasını temsil ettiğini iddia ederek Mısır ile Deniz Yetki Alanlarını Sınırlama Anlaşması imzaladı. Nisan 2004’te Annan Planı referanduma götürüldü, Rumlar “Hayır”, KKTC “Evet” demesine rağmen Rum Kesimi bir sonraki ay AB üyesi yapıldı. 2007’de ise bu kez Lübnan’la imzaladılar aynı anlaşmayı. Türkiye BM’ye şikayet etse de sonuç değişmedi. Özellikle 2009 yılından bu yana belirli aşamalarda yeni gaz rezervleri tespit edildi. EastMed projesine ek olarak, Doğu Akdeniz Gaz Forumu kuruldu. 16 Ocak 2020'da İtalya, Kıbrıs Rum Kesimi, Yunanistan, İsrail, Mısır, Ürdün enerji bakanları, bölgesel bir gaz piyasası oluşturmayı hedefleyen çalışmayı başlattılar.

        Bu adımlar karşısında Türkiye ilk olarak 2006’da Akdeniz Kalkanı Harekatı ile söz konusu cepheye niyetini gösterdi. NATO, AB ve onların kimi ayakları bu niyeti akamete uğratmak istediler. Ancak uzun zaman düşünülen ve ertelenen, Tümamiral Cihat Yaycı’nın kurguladığı Libya Yetki Alanı Anlaşması hayata geçirildi. Artık daha kararlı ve “Mavi Vatan” doktrini üzerinden yürüyen bir Türkiye vardı.

        Şimdilerde kamuoyuna fazla yansımasa da Ege’de Yunanistan ile gerginlik tırmanıyor. Yaptığımız Libya anlaşması ile dikkatleri ve motivasyonu sarsılan EastMed konsorsiyumu hedeflerini güncelleyerek yeniden sahaya çıkıyor. Yunanistan, Kıbrıs Rum Kesimi, İsrail ve yanlarında Mısır ve bazı AB ülkeleri… Bu kıpırdanışın Libya’da ise Birleşik Arap Emirlikleri, Rusya gibi oyuna etki edici diğer ülkelerle daha çarpıcı bir hal alacağı ortada.

        EastMed boru hattı projesi Doğu Akdeniz’deki doğalgaz rezervlerini Kıbrıs üzerinden Girit Adası’na oradan Yunanistan’a ve son olarak İtalya, Bulgaristan kıyılarına taşınmasını hedef alan ve Avrupa’nın enerji arz güvenliği için ortaya atılmış bir proje. 2015 yılında Avrupa Birliği’nin “Ortak Menfaat Alanı” projeleri arasına girmişti.

        Geçtiğimiz gün projeyi yürüten IGI Poseidon adlı şirket projenin açık denizlerden geçecek bölümü için teklifler almaya başladı. Yunanistan Enerji Bakanlığı salgına rağmen bu sürecin işliyor olmasından memnun görünüyor. Şirket projeyi geliştirmek için son dönemde 70 milyon Avro ayıracağını duyurdu.

        İşte bu tehlikeyle yüzleşmeden önce Türkiye’nin iç bütünlüğünü muhafaza etmesi -ki zaten keskin bir kutuplaşmayla karşı karşıyız- çok önemli... Bununla birlikte ülke kaynaklarının doğru hedefe, en uygun şekilde kullanılması gerekiyor. Hülasa dünyadaki değişimi ve korona etkisini göz ardı ederek hareket etmek düne göre kırılganlığımızı artırabilir.

        Diğer Yazılar