Türkiye cazip bir alternatif olabilir mi?
Rekabet coğrafyasındaki değişiklikler tüm şirketleri ve stratejilerini, hedeflerini güncellemek zorunda bırakabilir. Daha önce oluşturduğunuz hedef kitle değişerek, geleneksel sınırlarınız artık size yeterince cazip gelmeyebilir. Sadece maliyet açısından değil… Burada “güven” kavramı öne çıkacak. Temizlik, hijyen, zamanında teslimat ve sorunsuz geri dönüş gibi müşterilerin asla affetmeyeceği konularda güven uyandıran ülkeler ve markalar yeni bir değer oluşturacaklar.
Tam bu noktada “tedarik zinciri” sözünü daha fazla duyar olduk. Sebebi de salgının sebep ve sonuçları elbette…
ABD ve AB ülkeleri virüsün ortaya çıkmasında Çin’in ihmalini ve hatta orada üretildiği yönünde iddiaları gündemde tutmaya devam ediyorlar. En başta da ABD Başkanı Trump! Bu tartışma kolay bitecek gibi görünmüyor.
Ama bence neticesi daha önemli. Zira işte tam orada bizim gibi ülkelere fırsat ve tehditleri bir arada sunabilecek bir süreç geliyor.
Tedarik zincirlerinin önemi de burada beliriyor.
NEDİR BU KAVRAM?
Üreticiden/malı ya da hizmeti tedarik edenden müşteriye ulaşana kadar geçen sürede olan biteni kapsayan bir kavram. İçerisinde işletmeler, kurumlar, çalışanlar, teknoloji, bilgi ve daha birçok şey barındırıyor. Hal böyle olunca hem ekonomisi küresel düzeye erişmiş ülkeleri, hem de onlarla etkileşim için olması gereken bizim gibi ülkeleri yakından ilgilendiriyor. Mesela salgın sürecinde yılın ilk 4 ayında Türkiye’nin ihracat birincisi kimya sektörü ve dezenfektan ihracatı 90 milyon dolar seviyesinde…
Bununla birlikte yakın gelecekte ABD-Çin ticaret savaşları ve kimi mal ve hizmetlerin üretimi ve nereden taşınacağı konusu çokça irdeleniyor. ABD’de önemli çevreler Çin’in küresel tedarik zincirinden çıkartılmasıyla bu boşluğu Amerikan firmalarının yanı sıra, Kanada, Meksika, Japonya, Hindistan, Güney Kore ve Vietnam gibi ülkelerin doldurabileceği görüşünü seslendiriyorlar.
Bu konunun önemli isimlerinden Robert Atkinson, ABD için Trans-Pasifik Ortaklığı'nın yeninden kurulmasını ve hatta Tayvan, Filipinler ve Endonezya gibi ülkelerle serbest ticaret anlaşmalarını gündeme getiriyor.
Ve bizi ilgilendiren kısmı da Foreign Policy yazarlarından Aron Friedberg ortaya koyuyor ve Türkiye’nin de cazip bir alternatif olabileceğini belirtiyor.
GERÇEKTEN OLABİLİR Mİ?
1990’lı yıllarda öne sürülen en önemli tez şuydu: “Gelecekte başarının anahtarı küresel standartları tutturabilen ya da küresel şebekelere ulaşabilecek irili ufaklı şirketlerin olacaktır.” Bu tezin doğruluğunu 2000’li yıllarda daha iyi gördük. Küresel kapitalizm kendi dev şirketlerini, zenginlerini yarattığı gibi bu iklimi iyi kullanan kimi şirket ve kişiler için de fırsata dönüştürdü. Bu şuna benziyor; kriz zamanlarında agresif bir reklam politikası ile “ayaktayız, güçlüyüz!” imajı veren şirketlerin ürünlerine olan yönelişi sağlayabilmesi gibi…
Birkaç gündür bu konuya kafa yorarken Rosabeth Kanter’in Harvard Business Review adlı önemli dergide yazdığı makale aklıma geldi: “Kendi sınırları içerisindeki şirketleri küresel ekonomiye bağlayan kentler ya da bölgeler başarıya ulaşacak ve ülkelerini başarıya taşıyacaklardır.” Yazar şunu da ekliyordu: Kent ya da bölgelerin önce yerel, sonra da ülke nüfuslarını buna uyarlamak için kullanacakları 3 araç var. Birincisi fikir üretimi ve yaratıcılıkta başarı, ikincisi imalatta yani üretimde başarı, üçüncüsü de ticarette başarı…
Peki bunu kim yapacak?
İşte asıl mesele de burada!