Yeni ittifakların kavşağında…
Son günlerde Türkiye’nin tartışma iklimi, iç siyasetin akıl tutulması ile örülmüş vaziyette! Ülkenin orta ve uzun vadeli sorunlarını, vatandaşın sıkıntılarına etkili çareler getirecek fikir ve söylemleri irdelemekte hayli zorlanır olduk. Pek hazindir ki önemli ölçüde dış finansmana ihtiyaç duyan bir ülkenin kendi içerisinde enerjisini harcayarak kriz sürecini geçirmesi, milletin refah ve mutluluğu açısından hayli sıkıntılı…
Ancak gerçek şu ki dünyada bizi yakından ilgilendiren önemli gelişmeler yaşanıyor. Türkiye’nin odağında yer aldığı uluslararası meselelerde etkili olan ülkeler yeni dünya düzenine yön verebilme gayesindeler.
Özellikle bir süredir gün yüzüne çıkmış olan ABD-Çin ticaret savaşları, salgın sonrası soğuk savaşı tetikleyen alternatif işbirliği süreçlerini gündeme getiriyor. Geçtiğimiz yıl ABD istihbarat birimlerinin Kongreye hazırladığı “dünyada tehdit değerlendirmesi” başlıklı raporda “Çin ve Rusya’nın 1950’lerden bu yana en uyumlu oldukları dönem” şeklinde yazıyordu. Bu ve benzeri değerlendirmeler ve salgının ABD’de meydana getirdiği etkiler, önümüzdeki dönemde Washington’un Çin’e karşı yeni bir strateji ile ve hatta yeni müttefiklerle mücadele edebileceği görüşünü beraberinde getiriyor.
Bu konuda genel kanaat özetle şu: ABD ticari kısıtlamaların dışında Çin’i yalnızlaştırmalı ve bunu yaparken yeni müttefiklerle hamle sahasını genişletmeli.
Belki ilk bakışta uzak gelse de ABD-Rusya işbirliğinin bile gerçekleşmesi gerektiğini savunanlar yok değil… Çünkü onlara göre Rusya ve Çin’in Avrasya’da kurabileceği ekonomik siyasi ve askeri ittifak, ABD’yi yeni dönemde zorlayabilir.
Gerçekten Çin’e karşı ABD ve Rusya, kısa vadeli de olsa bir işbirliği içerisine girebilir mi?
Bu görüşü seslendiren kimi uzmanlar tarihte kısa bir deneme de olsa ABD-Çin yakınlaşmasını örnek gösteriyorlar. Hatırlanacak olursa Henry Kissinger, geçtiğimiz yıl Pekin’deki bir organizasyonda ABD-Çin ticaret savaşlarının yeni bir soğuk savaşı başlattığından ve bunun etkilerinin yıkıcı olabileceğinden söz etmişti. Kissinger bu tartışmalar için hiç de sıradan biri değildi. Çok konuşulan fikirleri ve eserleri dışında 1971 yılında ABD-Çin yakınlaşmasının göbeğindeki isimdi. O dönem Dışişleri Bakanı olan Kissinger ABD Başkanı Nixon’un onayı ile Çin’e ziyaret gerçekleştirmiş ve son yüzyıldaki en belirgin yakınlaşma adımını atmıştı.
Ancak bu kısıtlı görüşe karşın, ABD’nin olası müttefikleri arasında Rusya’nın değil Doğu Avrupa ve Güney Doğu Asya ülkelerinin akılcı olduğunu savunanlar daha ciddi bir pozisyonda bulunuyor. Bunlardan biri de Atlantik Konseyi’nde Güvenlik Departmanında Direktör Yardımcısı Matthew Kroeing…
Kroenig, Foreign Policy’de kaleme aldığı analizde Çin ve Rusya gibi otoriter rejimlerdeki liderlik mekanizmasının işbirliği yerine bir süre sonra mutlaka bir çatışma haline büründüğü tezini ortaya koyuyor.
Daha dün ABD Senatosu Doğu Türkistan’daki hak ihlallelerine yönelik yaptırımları içeren tasarıyı kabul etti. Yasalaşmasına kesin gözüyle bakılıyor. Çin ise virüs konusundaki ihmal ve kasıt iddialarını ABD ile birlikte yönelten ülkeleri hedef almaya başladı. Avusturalya Başbakanı Morrison’un uluslararası soruşturma çağrısı derhal cevap buldu. Çin sığır ithalatını durdurdu, öğrencileri geri çekme ve turist göndermeme tehdidinde bulundu. Avustralya ihracatının üçte birini Çin’e yapıyor. Mücadele Güneydoğu Asya Ülkeleri nezdinde de derinleşecek gibi görünüyor. Zira Rusya ve Çin küresel GSYİH'nın sadece %19’nu teşkil ediyor.
Türkiye için önemi ise bu alternatif birliktelikler ve küresel konumlanma çabaları arasında istihdam ve üretim avantajlarına, ulaşım koridorlarında stratejik konuma sahip olması…