Kırk yıldır aynı sorunu konuşuyoruz...
Herhangi bir sorundan bahsedildiğinde önce sorunun adını, mahiyetini, çerçevesini iyi çizmek gerekir. Değilse çözüm adına ortaya koyduğunuz alternatifler, bundan etkilenen insanlar arasında ciddi algı farklılıklarına, kafa karışıklıklarına ve hatta ayrışmalara sebep olur.
“Güneydoğu Meselesi”, “Kürt Sorunu”, “Kürt Açılımı", “Terör Sorunu” derken böylesine önemli bir meselenin çıkmaza girdiği noktalardan biri de burasıdır. Sorunun belirtileri nelerdir? Yanlış giden şeyler hangileridir? Olması gerekenler nelerdir? Bunlar açık ve seçik şekilde ortaya konulmadan konuya etkili bir çözüm üretmek güçtür. Maalesef meseleye yönelik bir tarif ve kavramsallaştırma karmaşası/çatışması yaşanmaktadır.
Benim bu meseleye bakış açım baştan bu yana bellidir. Bunu bir “Kürt sorunu” başlığında değerlendirmenin yanlış olduğuna inanıyorum. Kürtlerin yaşadığı sorunları irdelemenin dışında bunu topyekûn bir “Kürt sorunu” yaklaşımı ile sunmanın toplumsal algı bütünlüğü açısından karşıtlıkları tetiklediğini düşünüyorum. Zira bu ülkede neredeyse tüm vatandaşların pek çok konuda çeşitli sorunları olduğu göz ardı edilemez. Ve bunların bir kısmı hızla benzerlik taşıyor. Dolayısıyla bahsettiğim kavramsal ayrışmanın zaten kendisi başlı başına bir sorundur…
Bu çerçevede ülkenin birliğinden, huzurundan, hep birlikte refah artışından yanayım. Farklılıkların bir zenginlik olduğuna inanarak Türk Milletinin çatısı altında her Türk vatandaşının hür ve eşit olmasını savunuyorum. Sözde çözüm sürecinde de tüm eksiklikleri/hataları kamuoyu karşısında açık yüreklilikle dile getirmeye çalışmıştım. Bu ülkede yaşayan insanların vatandaş kimliği dışında etnik bir kimlikle siyasette yer alıyor olması, yine bu topraklar üzerinde siyasi istem ve çıkarları birbiriyle çatışabilen halklar yaratmak demektir. İşte bu sebeple Türk Milleti, Türk vatandaşlığı bu çatışmanın nihai hedefi haline gelmektedir.
Uzağa gitmeye gerek yok. Sözde çözüm sürecinde söylem ve eylem dengesi kaybolduğunda neler olabileceğini gördük. Kazılan hendekler, kuşatılmış şehirler, şehit ve gazi verdiğimiz yüzlerce güvenlik görevlimiz…Çözüm adına yürütülen süreç, PKK ile HDP’nin neredeyse aynı örgütün birimleri haline gelmesini hızlandırmış ve daha önce bölgesel olduğu iddia edilen problemi bir grup aidiyeti üzerinden geniş mecralara taşımıştır.
Sonrasında ise bildiğiniz gibi terörle yoğun bir askeri mücadele dönemine geçildi. Halihazırda yurt içindeki terörist sayısı hayli geriye çekildi. Fakat bu kez problemi daha da karmaşıklaştıracak yeni gelişmeler yaşandı. Suriye’nin kuzeyindeki durum, 15 Temmuz’un etkileri ve ülke içerisindeki Suriyeliler vb.
Geçen zaman gösterdi ki bugün farklı platformlarda hala tartışılan bu problem bir hizmet etme/etmeme, köprü, yol, baraj sayısının çok ötesindedir. Birilerinin istediği özerklik, anadilde eğitim gibi düşünceler de sorunu çözmeyecek; aksine kimliksel ve zihinsel ayrışmayı bir kat daha hızlandıracaktır. 2019 Mart ayında hazırlanan bir rapora göre kayyum atanan 94 belediyede belediye başkan vekilleri eliyle yapılan hizmet ve yatırımların toplam tutarı 7.5 milyar TL’ye ulaşmış; sadece o tarihte 27903 km asfalt/stabilize yol yapılmıştır…Yine bu süreçte Kürtçe TV kurulması, tutuklu ve hükümlülerin yakınlarıyla anadillerinde görüşebilmesi, üniversitelerde farklı dil ve lehçelerle akademik çalışmaların yapılabilmesi ve enstitülerin kurulması, orta öğretim kurumlarında seçmeli ders olarak okutulabilmesi gibi adımlar atılmıştır.
Gelinen aşamada PKK ile ilintisine rağmen HDP’nin 6 milyona yakın oy alabildiği görülmektedir. Zaten sorunun bir başka belirtisi de burasıdır. HDP seçmeninin ne yapacağı/yapmayacağı sorusu, problemi tanımlamak zorunda olan siyasetin de odak noktalarındandır. HDP bu zemin üzerinde mevcut ittifaklar ve %50+1 sistemiyle “Kürt sorununu” aslında bir çözümsüzlük sarmalında tutmakta ve “politik feodalleşmeyi” bir direnç merkezi haline getirmek istemektedir.
Haddi zatında HDP’ye oy veren azımsanamayacak seçmenin varoluşsal kaygısı ile “Kürt sorunu” diyerek meseleye çözüm üretmeye çalışan kimi partilerin vardıkları netice aynı olmaktadır. Öyle ki problemin özü nedir? Nedir eksik olan? Türk vatandaşlığı çerçevesinde hangi haklar verilmemekte ya da uygulanması engellenmektedir? Gerçekten esas istenen şey nedir? Bu sorular eşliğinde içsel bir yüzleşme engellenmekte; kökleşmiş algılar, ön yargılar geçerliliğini sürdürmektedir.
Devam Edeceğiz…