En az yapılan keşif kadar önemlisi…
Türkiye’nin enerjide dışa bağımlılığı denildiğinde ilk olarak akla gelen doğalgaz ve petrol ithalatıdır. Zira 2019 yılında 45 milyar m3 doğalgaz, 44,7 milyon ton da ham petrol ve petrol ürünü ithal edilmiş. Doğalgaz üzerinden gidecek olursak Türkiye bu konuda %98 dışa bağımlı durumdadır. Bu durum ülkenin diplomasi hamlelerini, karşı koyabilme gücünü ve neticede milli devlet olgusunu etkilemektedir. Elbette yeni bir sorun değildir. Fakat dış politikada artan cephe sayısı ve sorun alanları dikkate alınırsa enerjide dışa bağımlılıktan kurtulmanın gerekliliği ortadadır.
Son günlerde çıkan “eksen” tartışması da bununla ilişkilidir aslında…Doğu-batı arasındaki denge ve ilişkisel alternatifler bir yönüyle enerji diplomasisinin güzergahındadır.
O halde enerji bağımlılığını nasıl azaltabilir Türkiye?
En önemlisi yerli kaynakları artırmanız, eğer bulamıyorsanız kaynak çeşitliliği sağlamanız, yani ithal ettiğiniz ürünlerin ve/veya ülkelerin dağılımını değiştirmeniz gerekir. Ve mutlaka yenilenebilir enerjiyi ve nükleer enerjiyi sisteminize dahil etmelisiniz. Türkiye son dönemde bu başlıklarda bazı adımlar atmakta ve yeterli olmasa da olumlu sonuçlarını da görmektedir. Örneğin uzun süredir doğalgaz alımı yaptığımız ilk ülke Rusya olurken yakın dönemde bu oran Azerbaycan lehine taşınmıştır. Aynı şekilde yenilenebilir enerji kaynaklarının elektrik üretimindeki payı bir ara %90’lara yaklaşmıştı.
Fakat burada en önemlisi doğalgaz ve petrolde en azından kendi kendine yetebilen bir ülke olabilmek. Biliyorsunuz Türkiye için akademik yazın da dahil olmak üzere “Enerji kaynakları bakımından (en azından petrol ve doğalgaz) zengin bir ülke değildir” görüşü hakimdir.
Hoş! Vatandaşlar arasında bile “aslında kaynakların olduğu ama dış güçlerin buna izin vermediği, vermeyeceği…” konuşulur durur. Ne zaman doğalgaz ya da petrol bulundu şeklinde bir haber çıksa hep bu spot cümle gelir aklıma…Gerçekten Türkiye’nin doğalgaz ve petrolü var mı? Biz mi çıkaramıyoruz?
Bu açıdan bakıldığında 320 milyar m3’lük doğalgaz rezervinin keşfi hem bir umudu hem de dikkat etmemiz gereken bir tehlikeyi beraberinde getiriyor.
Umut diyorum çünkü hafife alınabilecek bir çalışma değil bu…Sadece bulunan bu rezerv olarak da düşünmemek lazım. Şuan Akdeniz’de faaliyet gösteren diğer arama gemilerimizi göz önüne alırsak bu rezervlerin artabileceğini öngörmek işten bile değil. Bakın Türkiye’nin daha önce bu arama çalışmaları için yaklaşık 2-3 aylığına ödediği maliyet neredeyse bu gemilerden birinin maliyetine denk geliyor. Şimdi kendi irademizle bu çabaları sahaya yansıtmaya çalışıyoruz.
İnancım odur ki Türkiye’de aklıselim sahibi her vatandaş bunu ister ve destekler.
Tehlikeye gelince hiç uzağa gitmeden vereceğim örnek, “Reuters’e açıklama yapan Türk yetkili” hadisesidir. Cuma günü açıklama yapılacağının duyurulmasının ardından bir Türk yetkili eliyle (gerçekten varsa!) bu beklentiler yükseltilmiş, özelikle ekonomisi zor günlerden geçen vatandaşların kısa vadeli beklentisi, açıklamanın da önüne geçer hale gelmiştir. Ve nihai açıklama yapıldığında özü itibariyle bu önemli gelişme, siyasal kutuplaşmanın daha fazla odağı haline gelmiştir. Bu eğer bizzat bir iletişim/propaganda yöntemi olarak düşünülmemiş, tercih edilmemişse en basit ifadeyle ciddi bir iletişim kazası olmuştur.
Sonuç olarak partiler üstü bir konumda durması gereken böyle meseleler milli duyarlılığın bir parçasıdır. Bu konularda çok dikkatli olmak ve yapılan güzel işleri doğru yöntemlerle geleceğe taşımak en az yapılan keşif kadar önemlidir.