Üniversitelerde yüz yüze-online öğretim mümkün mü?
Küresel salgın tüm belirsizliği ile devam ediyor. Ekonomiden, siyasete, sosyal yaşamdan eğitime kadar her anımızı kuşatıyor. Çember daraldıkça ailelerdeki endişeler de artıyor.
Ancak hayat devam ediyor. Çocuklar büyüyor, okul çağına geliyor. Gençler geleceğini kurmaya çalışıyor. Onların belirsizlik dolu korkularını yürekten hissediyorum. Özellikle üniversitelerin ayakta kalması ve gençlerin öğrenim kaybının önlenmesi çok önemli.
Ben de dahil olmak üzere hemen hepimiz "sağlık mı eğitim-öğretim mi" tercihine sürükleniyor ve zorlanıyoruz. Kantarın hangi kefesine bir gram koysanız endaze kayıyor...
Sağlık Bakanlığı ise her gün vaka ve hasta sayısı veriyor. Bütün ülke adeta sayılar arasında bir korelasyon kurmaya çalışıyor.
Bugün itibariyle yükseköğrenim için gelinen bir nokta var. YÖK’ün Sanayi ve Teknoloji Bakanlığı ile yaptığı bir protokole dayalı olarak Türk Standartları Enstitüsü ile 82 sayfalık bir ortak çalışma yapılmış ve yayınlamış durumda. İsmi de uzun: “Küresel Salgın Bağlamında Yükseköğretim Kurumlarında Sağlıklı ve Temiz Ortamların Geliştirilmesi Kılavuzu”.
Kılavuz, esnek karar mekanizmalarından başlayarak, salgının bölgesel ve yerel seyrine göre farklı uygulamaların yapılabileceğini ortaya koyuyor. Ülkenin genel politikalarından söz ediyor. El hijyeninden maskelere, enfeksiyon önlemeden temaslı takibine, derslikler, kütüphaneler, yurtlarda alınması gereken tedbirleri içeriyor.
Yükseköğretimdeki çalışanlar da unutulmamış; bu husus “iş sağlığı ve güvenliği” başlığı altında değerlendirilmiş.
Kılavuzun en can alıcı noktası eğitim bölümü. Örgün eğitimin esas itibariyle yüz yüze olduğu vurgulandıktan sonra alışılmadık bir deyimle karşılaşıyoruz; “acil durum uzaktan öğretim” uygulamaları... Öyle anlaşılıyor ki örgün eğitimin kapsamlı ve kalıcı bir biçimde uzaktan eğitime evrilmesinden endişe duyuluyor. Bu nedenle küresel salgın ortamında kabul edilebilir bir uzaktan eğitime yeşil ışık yakılıyor.
Bu bize Yüz yüze-Online Öğretim Modelini hatırlatıyor.
Bunun anlamı şu. Belirli sayıda öğrencinin yükseköğretim kurumlarına bizzat gelerek eğitime katılması ancak bunun yanında sağlanacak teknik donanımla aynı derse uzaktan çevirimiçi katılım...
Bu uygulama beklentisi bir kırılma anı olabilir. Çünkü, öğrencilerin tamamının üniversitelere gitmesi çok riskli. O nedenle en azından bir bölümünün derse gelmesi, bu sayı ile üniversite ortamında maske, mesafe ve temizlik şartlarının yerine getirilmesinin mümkün kılınması, toplu taşımaların tıka basa yapılmaması, yurtlarda seyreltilmiş konaklama imkanının verilmesi söz konusu olabiliyor.
Şimdi, hem yüksek öğretimde hem milli eğitimde beklenti yönetimi –expectation management- öne çıkarılabilir. İnsanlar belli bir davranışa zorlanmıyor; tercih imkanları sunuluyor. Salgın korkusunu yoğun yaşayan aileler çocuklarını ve kendilerini koruma düşüncesiyle evden dersi takip edecek. Buna karşılık, bu yoğunlukta korku yaşamayan aileler öğrenimin yüz yüzeliğinin faydalarını, çocuklarının sosyalleşmelerini önceleyecekler. Tercih tam olarak onlara ait.
Ayrıca bu yolla üniversiteler öğretim konusunda kendi iç disiplinlerini devam ettirirken, kurumsal bütünlükleri de daha az zarar görmüş oluyor.
Şehir içi taşımacılık yapan şirketlerin iflası, özel yurtların işyerlerin-plazalara dönüşmesi, esnafın iş göremez hale gelmesi, kafelerin ve lokantaların kapanması gibi pek çok faktör zaten salgının tetiklediği sorunlar...
Şehirlerin ekonomik ve sosyal yapısı da eklendiğinde acaba önümüzdeki bir iki hafta içinde yeni bir karar alınabilir mi? sorusu gündeme geliyor.
Ümidimiz o dur ki; insanlığın geçirdiği bu zor dönemin, yerinde ve zamanında alınan kararlarla en az zararla atlatılması...