Türkiye bu fırsatı gerçekten iyi kullanmalı...
ABD Başkanı Biden’ın resmen göreve başlamasıyla birlikte siyasetten, ekonomiye, bilimden, sağlığa kadar dünyada pek çok sahada ciddi hareketlilikler yaşanacak. Bunlardan biri de yeni başkan Biden’ın “Green New Deal” ismiyle duyurduğu yeşil toparlanma programının kısmi etkileri olacaktır. Bu program özü itibariyle sürdürülebilir ve yenilenebilir enerji kaynaklarını desteklemeye yönelik…
Öyle ki Biden’ın anketlerdeki oy artışı bile temiz enerji kavramıyla anılan kimi enerji firmalarının hisse değerlerini artırmaya yetmişti. Bu kapsamda 2050 yılını nihai hedef olarak belirleyen Biden, bunu gerçekleştirmek için sadece gelecek 10 yıllık dönemde 1.7 trilyon dolarlık bir yatırım bütçesi ayıracağını vaat etmişti. Biden ayrıca fosil yakıt üretimini azaltma ve iklim değişikliğine karşı mücadele sözü de verdi. Elbette bu süreç petrolün sonu anlamına gelmeyecek, ama kullanımında oransal bir değişim yaşanabilir. Çin ve Hindistan gibi ülkeler de benzer bir yönelim dikkat çekiyor. Böylece geniş bir alanda ülkelerin enerji-jeopolitiği etkilenebilecektir. Columbia Üniversitesi Küresel Enerji Politikası Merkezi direktörü Jason Bordoff “Temiz enerji için büyüyen küresel fikir birliği, tüm haritayı yeniden çizecek.” diyor.
Türkiye bu süreci karşılamaya hazırlanmalıdır. Zira mevcut konumu ve potansiyeli ile yukarıda bahsedilen olası dönüşümden kısa ve orta vadede kazanımlar sağlayabilir.
Böyle bakıldığında Türkiye’nin enerjide dışa bağımlı olduğunu hepimiz biliyoruz. Bugün dışarıda verilen mücadelenin kırılma noktalarından birisi de bu bağımlılık seviyesidir. Örneğin elektrik üretiminin %50’den fazlası fosil yakıtlar, yani doğalgaz ve kömür elde ediliyor. Oysa ülkenin bu kaynaklarda zengin olmadığı çok açık. İşte cari açığı artıran bir sebep daha…
Bağımsız iklim düşünce kuruluşu kabul edilen Ember, 2020'de küresel elektrik üretiminde rüzgar ve güneş enerjisi payının ortalama %10’a geldiğini açıkladı. Ülkeler bazında özellikle Almanya (%42) ve İngiltere (%33) elektrik üretimlerinde rüzgar ve güneş enerjisinden yararlanıyor. Çalışmada Türkiye’de %13 ile dünyada 4.sırada. Bu araştırma 2019’un ilk 6 aylık dönemini kapsıyordu. Son rakamlara bakıldığında daha da artmış gözüküyor. Türkiye 2018 yılında elektrik üretiminin, %8,8’ni'sı rüzgâr ve güneş enerjisinden elde ederken bu oran 2019’un ilk 9 aylık döneminde %14,3’e yükselmiş. Jeotermali de katarsak %15’i geçiyor. Toplamda 8069 olan elektrik enerjisi üretim santrali sayısının ise 262 adedi rüzgâr 6.435’i güneş enerjisinden oluşuyor.
Daha ayrıntılı incelendiğinde Rüzgâr Enerjisi Potansiyel Atlası (REPA) diye bir belge var. Bu belgeye göre Türkiye rüzgâr enerjisi potansiyeline karşılık gelen alan ülke yüz ölçümünün %1,30'una denk geliyor. Asıl önemlisi şuan bu potansiyelin yaklaşık %14’ü kullanılıyor. Örneğin Balıkesir, Çanakkale, Manisa, Samsun gibi illerde teorik potansiyelin çok gerisinde kalınmış. Yozgat’a baktım ve beklediğimin çok üzerinde bir potansiyel olduğunu gördüm.
Aynı şekilde güneş enerjisi de kurulumu, kullanımı ve çevreyi kirletmeyişi bakımından ciddi bir yenilenebilir enerji kaynağı. Bu alanda Türkiye 2014 yılına göre kurulu güç miktarını 150 kat artırmış. Ancak potansiyel içerisinde payı %7 seviyesinde.
Muhakkak ki yenilenebilir enerjiye dayalı üretimin artırılmasında ekonomideki belirsizlikler, dövizin kurundaki istikrarsızlık ve girişimciler arasında fırsat adaletsizliği gibi sebepler çok etkili oluyor. Türkiye temiz enerji ve iklim değişikliği ile mücadelede bölgesinde öne çıkabilir. Bu sebeple kamu ve özel sektör kuruluşlarıyla yaklaşan bu yeni döneme hazırlanmalı ve ciddi bir kampanyayı gündemine almalıdır.