Siyasetin dili hepimizin sorunu...
Siyasetin dili, iktidarından muhalefetine tüm siyasi partilerin ve hatta diğer kurumlarıyla tüm siyasal sistemin en önemli sorunlarından biri haline geldi. Üstelik sadece Türkiye değil bugün dünyada pek çok ülke değişen ölçülerde bu soruna eğilmek durumunda kalmaktadır.
Liderlik kültünün (tartışmasız otorite) olağan kabul edildiği siyasal sistemlerde iktidarda ya da muhalefette olsun, fark etmez; siyasi liderlerin söz ve eylemleri ciddi bir mutlakiyet algısına maruz bırakılır. Kimisi gerçek bir sevgi ve bağlılık ile, kimisi ideolojinin sarsılmaz duvarlarıyla, kimisi de iktidarın güç sarmalıyla bu söylemlerin mutlak doğruluğuna inanır.
En önemlisi bu söylemlerin yanlışlığına rağmen sorgulanmadan kabulü, bir süre sonra söylem türünün de meşruluğuna adım atılmasını sağlar.
Yani siyaset kurumunun ürettiği olumsuz söylemler böyle bir süreçle kitlelerin de benzer bir söylem biçimini kullanmasına zemin hazırlar.
Burada belirtmek gerekir ki, ifade özgürlüğünün nefret söylemi içinbir zırh olarak görülmesi mümkün değildir. Çünkü hiçbir özgürlük bir diğerinden üstün değildir.
Tanya Hernandez, Latin Amerika’daki nefret söylemine ilişkin akademik çalışmasında bireyler arasında ya da genel olarak toplumda olumsuz söylemlerin meşrulaşması durumunda ötekileştirme, ayrıştırma girişimlerinin normalleştiği bir siyasal/sosyal iklimin meydana geleceğini ortaya koyuyor. Bir başka anlatılma toplumdaki etik değerler giderek çürümektedir.
Bu duruma direnen, ortak olmak istemeyen insanların da zamanla kabuğuna çekileceğini öngörmek zor olmasa gerek. Böyle bir iklimde mağdurlar sessizleşmekte ve kamusal alandan çekilme eğilimi sergilemektedir.
Siyaset kurumları gibi bir ülkedeki vatandaşların söylem algılarını ve kabullerini etkileyen diğer bir alan medyadır. Siyaset medya ilişkisinin boyutları da düşünüldüğünde bir çarpan etkisiyle kendisini hissettirebilir. Hele ki medyada da siyasetteki gibi bir ayrışma, saflaşma yaşanıyorsa her söylem kendi cephesinde muzaffer hale gelmeye başlar. Türkiye’de şuan yazılı ve görsel basının okunmasına ya da izlenmesine yönelik vatandaş tercihleri, yaşanan kutuplaşmanın bir tür simgesi haline dönüşmektedir.
Bu tıkanmışlığın göreli olarak aşılmaya çalışıldığı yeni yüzyılın iletişim mecraları olarak sosyal medya platformları da aynı siyasal/sosyal iklimden etkilenmektedir. Her dakika bir çok kişi paylaşımlarının altındaki yorumlara yansıyan nefret dilinden nasibini almaktadır. Bu süreç resmi/gayri resmi siyasal sosyal medya öbeklerinin doğmasına neden olmakta ve nefret söylemi karşılıklı konum almaktadır.
İşte bu sorunların aşılabilmesinin üç önemli yolu vardır. Birincisi siyaset kurumunun bu dili gözden geçirerek söz konusu tehlikeye karşı kendi tedbirlerini üretmesidir. İkincisi bununla bağlantılı olarak belki yasal düzenlemelerin gözden geçirilmesidir. Üçüncüsü de vatandaşların hassasiyetini, hoşgörüsünü artırması ve empati kültürünü hakim kılmaya çalışmasıdır.