Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin
        Sesli Dinle
        0:00 / 0:00

        Uzun süredir herkesin kendi cephesinde muzaffer sayıldığı bir siyasal cepheleşme ikliminin içindeyiz. Oysa meseleye herkesin bakması gereken ortak bir nokta var ki; Türkiye’nin çıkarları ve başta güvenliği neyi gerektiriyor? sorusuna cevap aramaktır.

        Buna karşın böylesine önemli konularda ortak yarar, ortak akıl gibi uzlaştırıcı kavramların kullanımdan çıkmış olması bu imkanı ortadan kaldırıyor.

        Öncelikle tüm teknik detayların ötesinde Montrö Sözleşmesine yönelik tartışma biçiminin yanlışlığını belirtmek gerek. Zira gelinen aşamada bu konuyu tartışmaması gereken ilk ülke Türkiye'dir!

        Bana kalırsa Kanal İstanbul tartışması bu sözleşmenin dışında ve ötesinde sürdürülmelidir.

        Dün Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın da konuşmasında altını çizdiği "Montrö Sözleşmesi'ne bağlılığımızı sürdürüyoruz, çıkma niyetimiz yok." şeklindeki sözleri bu bakımdan son derece önemlidir. Ayrıca "daha iyisi için imkan bulana kadar..." dedi.

        O halde bu çerçevede şuan anlaşmanın neden bir alternatifi olmadığını ve daha iyisini yapabilmenin güçlüklerini ortaya koymak katkı sağlayıcı olacaktır.

        Montrö Sözleşmesi, "Boğazlar" genel deyimiyle Çanakkale Boğazı, Marmara Denizi ve İstanbul Boğazı'ndan geçişi düzenleyen, Lozan'da, 24 Temmuz 1923 tarihli Lozan Barış Andlaşmasının 23. maddesiyle saptanmış ilkesi üzerine oluşturulmuştur. Bu temelde Boğazlardan geçişi denetlemek amacıyla kurulan Boğazlar Komisyonunu ortadan kaldırarak Boğazlarda egemenlik haklarını yeniden Türkiye’ye devretmiştir.

        Montrö Sözleşmesinin bana göre en önemli yanlarından biri Türkiye’nin herhangi bir savaşa girmemesi durumunda başka ülkelerin bir savaşın içerisinde olduğuna bakılmaksızın yine Türkiye’nin kontrolünde ticaret gemilerinin geçişini sürdürebilmesidir. Bu durum 1936’dan bu yana, Türk Boğazlarından geçen gemi sayısında 8 kat artış olduğunu dikkate aldığımızda oldukça büyük bir ekonomiyi ilgilendirdiği söylenebilir. Aynı şekilde sözleşmenin 5.maddesine göre Türkiye eğer savaşan bir devlet ise onunla savaşan ülkelerin gemilerine kapatacak ve savaşmayan ülke gemilerinden sadece Türkiye’nin karşısında yer almayanların gemileri yine Türkiye’nin belirlediği koşullarda geçebilecektir. Türkiye’nin kendisine yönelik bir savaş tehdidi görmesi durumunda gemilerin Boğazlara gündüz girmeleri ve geçisin, her seferinde, Türk makamlarınca gösterilen yoldan yapılması gerekecektir.

        Sözleşme Karadeniz'e kıyısı olmayan ülkelere ait savaş gemilerinin geçişini sınırlamaktadır. Ve 20, 21. Maddelerine göre Türkiye’nin içinde bulunduğu bir savaş ya da savaş tehdidi tehlikesi ile karşı karşıya kalması durumunda savaş gemilerinin geçişi konusunda Türk Hükümeti tümüyle dilediği gibi davranabilecektir.

        Sözleşmeden çıkma konusuna gelince, 28. Madde çerçevesinde imzacı ülkelerden biri yirmi yıllık sürenin bitiminden iki yıl önce, bir sona erdirme ön-bildirimin gönderilmesinden başlayarak, iki yıl geçinceye kadar yürürlükte kalacaktır. Ancak 2 yıl tamamlandığında sözleşme sona erse bile 1. maddedeki ticari geçiş serbestisi Türkiye’nin sorumluluğunda devam edecek ve taraflar, yeni bir Sözleşmenin hükümlerini saptamak üzere bir konferansta bir araya geleceklerdir. Burada eğer sözleşmeci ülkeler yeniden bir sözleşme üzerinde uzlaşamazsa ciddi bir belirsizliğin ortaya çıkacağı ortadadır.

        Bununla birlikte sözleşme maddelerinde değişiklik yapma prosedürü ağır olsa da bu imkan tamamen yok değildir. Belki ilerleyen dönemlerde bölgedeki siyasi ve askeri koşullar gerçekleştiğinde, Türkiye’nin geçiş ücretine yönelik (Örn. Altın Frank kuru esas alınması) kayıpları açısından taraf ülkelerle bir değerlendirme yapılabilir mi? Bunu konunun uzmanları detaylarıyla, sebep ve sonuçlarıyla irdelemeli diyorum.

        Böyle bir sözleşmenin ortadan kalkması Karadeniz bölgesinde bir deniz silahlanma yarışını teşvik edeceği gibi Türkiye’ye yönelik Boğazları jeo-stratejik dar bir koridor olarak kullanma taleplerini artıracaktır. Dolayısıyla Türkiye’nin, Karadeniz’de ve hatta Küresel güç mücadelesinde barış ve huzur ikliminin tesis edilmesi açısından önemli bir temel belgesi olan Montrö’ye sahip çıkması tarihi bir sorumluluktur.

        Diğer Yazılar