Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin
        Sesli Dinle
        0:00 / 0:00

        Hafta başında gerçekleşen KKTC ziyareti ve yapılan açıklamalar tartışılmaya devam ediyor. Zira KKTC hakkında zaten yükselen beklentiler ziyaret öncesi daha da artırılınca yapılacak açıklamadaki “müjde” kısmının daha stratejik olacağı düşünülüyordu.

        Öyle ki ben de bir gün önceki yazımda Maraş’ın statüsüyle ilgili bir açıklamanın çok güçlü ihtimal olduğunu yazmıştım. Tanınmayla ilgili bir çıkışın da (direkt bir karar yerine bir süreç beyanı) ihtimal dahilinde olduğunu eklemiştim.

        Aslında iki başlık da gündeme geldi. Ancak müjde bahsinde yer bulmadılar.

        Peki bu iki başlıkta da açıklamalar tekrar gözden geçirilerek dozu düşürülmüş olabilir mi?

        Evet olabilir.

        Nitekim ikinci gün Cumhurbaşkanı Erdoğan, "Mülkiyet haklarına riayet edilerek yürütülen çalışmalar ışığında artık Maraş'ta herkesin yararına olacak yeni bir dönemin kapıları açılacaktır’’ dedi. Ardından KKTC Cumhurbaşkanı Tatar detayını açıklayarak “Oradaki bölgenin yüzde 3,5’inin Taşınmaz Mal Komisyonu’nca mal sahiplerine iade edilmek şartıyla Maraş’ın hayat bulması, Maraş’ın insanlığa açılması ve dolayısıyla KKTC ekonomisine ve memleketimize çok şeyler katacağından hiç şüphem yok’’ dedi.

        Hal böyle olunca yapılacağı açıklanan yeni binalar gerek Türkiye’de gerekse KKTC’de beklenen etkisinden çok gerideydi!

        Üstelik daha önemlisi Türkiye’de ve özellikle sosyal medyada bina yapımı öne çıksa da şu an Yunanistan’dan, İngiltere’ye, İsrail’den, ABD’ye kadar pek çok ülkenin gündeminde Maraş konusunda atılan ve atılabileceği düşünülen adımlar yer buldu. Bu sebeple Türkiye’nin Kıbrıs politikasında ana fay hatlarından biri haline gelen Maraş’ın kullanıma açılması kararını avantaj ve dezavantajlarıyla birlikte iyi irdelemek gerekmektedir.

        Buna geçmeden önce şu ilkeyi tekrarlamak isterim ki, KKTC bağımsız bir devlettir ve halkıyla, parlamentosuyla, yönetimiyle alacağı kararlar öncelikle onların egemenliği ve sorumluluğunun bir parçasıdır. Elbette dün olduğu gibi bugün de Türkiye ve KKTC ortak bir stratejik planlama ile geleceği inşa edecektir. Ancak doğru ve ölçülü bir iletişim yöntemiyle sürdürülmek zorundadır. Değilse oradaki insanların gönül gücünü kaybetmek tehlikesi doğar ki o da bahsedilen ortak akıl için faydalı olmayacaktır. Burada bir sorun olduğu kanaatindeyim!

        Maraş bölgesine gelince Türkiye’nin bu konuda geliştirdiği yeni strateji gerçekten önemli ve desteklenmeli. Öyle ki müzakere masasını her defasında çözümsüzlüğe sevk eden Rum tarafı “çantada keklik” olarak gördüğü Maraş’ı hep bu çözümsüzlük sarmalında elde edebileceğini düşünüyordu.

        Nasıl mı?

        Bu kararlara göre bölgeye asıl sahiplerinden başkasının yerleştirilmemesi ve BM’ye de iadesi isteniyor… Rum tarafı bu kararlardan güç alarak meseleyi şöyle algılıyordu: Türk tarafı (ve daha çok Ankara) olası bir barış anlaşmasında bunu bir pazarlık kozu olarak tutuyor ve zaten Rumlara iade edilecek.

        Kaldı ki geçmişte Ercan havalimanının açılması karşılığında Türk tarafı buna “tamam” demişti.

        Ama olur mu hiç! Rumlar hep alması gereken taraftır! Türkler ise onlara göre “işgalcidir” ve yeri geldiğinde AB ile yeri geldiğinde BM ile tepelerine inilir ve hakları alınır.

        Rum lider Anastasiades geçen gün hemen cevap verdi.“Türkiye'nin asıl kaygısı mülkleri yasal sahiplerine iade etmekse… BM kararlarını kabul etmeli ve şehri BM'ye teslim ederek güvenli koşullarda geri dönmelerine izin vermelidir” dedi. Hemen BM’de kınama için bir taslak metin hazırlandı. BM kararlarına atıf yapan bu kınama kararı her an çıkabilir.

        Fakat söyler misiniz? İki egemen/eşit devletli çözüme taş koyacaksınız; her defasında ENOSİS tuzağına çekeceksiniz, ondan sonra da ortada bir müzakere iradesi bile yokken Türk tarafına burayı “devret” diyeceksiniz. Üstelik burası Türk vakıf arazileri üzerine kurulmuşken…

        Rum tarafı yaklaşık 50 yıldır çözümsüzlüğü kendi çıkarları adına bir takım somut adımlara dönüştürmüştür. En büyük örneği kendi lehlerine adaletsiz bir paylaşıma sebep olacağı bilinmesine rağmen Annan Planına hayır demiş olmaları ve sonrasında da ödüllendirilmeleridir.

        Burada Türk tarafının adımına yönelik ince bir noktayı söylemek gerek. İlgili BM kararları 2010 yılında bir AİHM kararına sebep olmuştu. Bu hukuki bir karardı. Burada iade-tazminat-takas öngörülüyordu. Şimdi Maraş’ta bu hukuki süreçten yola çıkılarak yeni dönemin işaretleri veriliyor. Şu an itibarıyla kurulan taşınmaz mal komisyonuna 600 Rum başvurmuş durumda. Hatta Güney’de de bir tartışma başladı sayılır. “Hani Türkler Maraş’ı açamazdı, engellerdiniz” diye sorular yükseliyor. Rum tarafından bazı iş adamları bu sürece sıcak bakıyorlar. “Otellerimizi yeniden inşa etmek istiyoruz” diyenler dikkat çekiyor.

        İşte Maraş konusunda Türk tarafının adımı böyle yorumlanmalıdır.

        Diğer Yazılar