Türkiye'nin sistematik problemleri derinleşirken...
Şüphesiz Türkiye'de vatandaşın birinci gündem maddesi ekonomi, hayat pahalılığı ve onu belirginleştiren diğer sorunlar. Örneğin sığınmacılar ya da düzensiz göç bunlardan biri. Ancak bu temel problemleri ortaya çıkaran, çözümünü zorlaştıran ya da ötelenmesine sebep olan sistematik açmazlarla karşı karşıyayız.
Bunları üç temel boyutta irdelemek mümkün.
BİRİNCİSİ yönetim sistematiğindeki problemler. Öyle ki; Cumhurbaşkanlığı sistemi olarak yürürlüğe giren ve bugün “Başkanlık sistemi” olarak açıkça ifade edilen bu sistem, kuvvetler ayrılığı dengesini gerektiği ölçüde kuramayışı ve aşırı merkezileşmiş mekanizması ile ortak akıl ve ortak yarar hedefini aşındırıyor. Doğrusu 2018 öncesindeki sistemin de ülkenin ihtiyacına cevap veren bir sistem olduğunu söylemek mümkün değildi.
O halde ifade etmek gerekir ki tedavi için kullanılan ilaç ve dozu maalesef iyi ayarlanamadı.
Açıklık, şeffaflık ve hesap verebilirlik ile aynı derede yüzmesi gereken denetim fonksiyonu ise siyasallaşmanın ve tek tipleşmenin gölgesinde takılı adeta... Oysa ideolojik merkeziyetçilik ve tektipçilik üzerine bir karşı propaganda yapıldığını hatırlamak lazım. Ayrıca yakın geçmişte bürokratik kooptasyonu önlemek için atıldığı belirtilen adımlar bugün bürokrasiyi inisiyatif almaktan ve yatay etkileşimden büyük ölçüde geri bırakmaktadır. Adalet ve liyakat eksenindeki hatalar bundan ayrı düşünülemez.
İKİNCİSİ toplum sistematiğinde derinleşen problemlerdir. Burada saf veya mutlak bir uzlaşma, oydaşma aramak gerçekçi değilse de ülkenin yaşanabilir bir sosyal iklimde kalabilmesi adına makul bir çoğunluğun mutabakatına ihtiyacı duyulduğu açıktır.
Fakat buna rağmen %50+1 baskısı ile daha da hissedilen siyasal kutuplaşma bir çeper oluşturarak hayatın her alanını kuşatıyor. İnsanlar iş yerlerinde,mahallelerinde ve dahi sokakta günlük yaşamlarında mutsuz, gergin ve öfkeyle yoğrulmuş biçimde yaşama adım atıyor.
Gençlerin gelecek kaygısı ise siyasal kutuplaşma ile doğallaşan partizanlık ve nepotizm kıskacında belirginleşiyor. Haliyle bu sadece ideolojik kopuşu değil kuşaklar arası bir ayrışma ve çatışma halinin temellerini atıyor.
Böylelikle siyaset kurumu topyekûn güven bunalımıyla karşı karşıya kalıyor!
Üçüncü sistematik problem alanı ise ilk iki sahanın uzaklaştırdığı etkinlik düzeyi ile çözümü zor bir nitelik kazanıyor. Zira Türkiye giderek batı-doğu dengesindeki özgün pozisyonundan uzaklaşıyor. Daha doğrusu denge siyasetinde sorunlar yaşıyor. Doğrudan dış yatırım konusunda olumsuzluk algısı artıyor. Türk lirasının dolar ve avro karşısındaki değeri günden güne azalıyor. Asgari ücret bir ortalama ücrete dönüşürken insanların gelecek beklentisi en iyimser yaklaşımla mevcudu kaybetmemek üzerine inşa ediliyor.
Bunların üzerine gitmeden, sistematik bu alanları tıkayan bariyerleri kaldırmadan vatandaşın hissettiği nihai problemlere kalıcı çözümler üretmek hayli güç gözüküyor.