Ahîliğe ahlak ve erdem penceresinden bakmak!
Son çeyrekte dünyanın karşı karşıya olduğu problemlerden biri de bireyleri, toplumları ve işletmeleri değerler ve ilkeler üzerinden şekillendiren ağır rekabet koşullarının varlığıdır. Bu koşullar altında iş ve ticarete yüklenen anlam, giderek paylaşım, tüketim ve dayanışma gibi temel değerler sistemini aşındırmaktadır.
İşte bu iklimde ahlak ve erdem, toplumsal hafızanın tek yumurta ikizleridir.
Kolay para kazanmanın, emeğe ve liyakate dayanmadan yükselmenin, vicdandan arındırılmış ticaretin daha görünür ve teşvik edici olduğu bir sosyo-ekonomik iklimden söz ediyorum!
Ne yazık ki; Thomas Hobbes’un “insan insanın kurdudur” sözü dijital devrim çağında da idrakimizin baş köşesinde durmayı sürdürüyor.
Ve tüketiyoruz…
Ama en başta sevgilerimizi, kök değerlerimizi ve geleceğin gıdası olan makulü arama iradesini tüketiyoruz. Elbette bunun siyasal ve yönetsel kaynaklı sebepleri var. Yanlış kararlar ve uygulamalar, yanış söylemler, zamanla yanlışlığın normalleştiği bir yapısal sistemi beraberinde getiriyor.
Geçmişten ders çıkarmayanlar yarınları da benzer bir yanılmışlık ve kandırılmışlık içinde hapsolmaya mahkum bırakıyor.
Sihirli bir değnek misali her zaman bir kurtarıcı beklemenin dayattığı irrasyonel kıskaç ise birlikte bir şeyler üretmenin, birlikte karar vermenin ve birlikte çözümler bulmanın bir hayal olduğu savını güçlendiriyor.
Bunlar az şeyler mi bir toplumun kendisine gelmesi için…
Böyle bakıldığında doğumunun 850.yıl dönümünü kutlamakta olduğumuz Ahi Evran ve Ahilik felsefesi bizi güçlü kılabilecek yanlarımıza işaret eder bir nitelik taşıyor. Muhakkak ki bu örgütlenme ve onun anlayışı o dönemin koşullarında irdelenerek bugüne kıyasla uyarlanmalıdır. Değilse o dönemdeki kimi yöntem ve pratikler günümüzde istenildiği gibi kabul görmeyebilir. Örneğin bir kimsenin deri ve deriyle ilgili bir malzemeyi kafasına göre bir yerden satın alması Ahi tekkesince yasaklanırmış. Bunu yapan kimse teşkilattan kovulurmuş. Ama işte dedim ya… O dönemin kendi zorunluluklarıyla bir bakmak gerek bu duruma.
Bugüne geldiğimizde Ahi Evran’ın en çok kullanmak istediğim sözü şudur:
“Hak ile sabır dileyip
Bize gelen bizdendir
Akıl ve ahlak ile çalışıp
Bizi geçen bizdendir.”
Sanırım böyle bir yaklaşımı hayata geçiren sistemlerin başarısız olma şansı yoktur.
Ahilik anlayışı da başta bahsettiğim, hem bireyi hem irili ufaklı işletmeleri hem de aşamalı olarak toplumu doğruluk ve dayanışma ruhuna iten bir kaldıraç görevi görüyordu. Ne yazık ki Türkiye’de bu önemli hazine gerektiği gibi açığa çıkarılamamaktadır. Yayın sayısı yeterli olmadığı gibi iş ve ticaret yaşamında bunu uyarlayacak alt sistemler de destek bulamamaktadır.
Kavramsal olarak Ahi kelimesinin kaynağı tasavvuf erbabı arasında kullanılan “kardeşim” (ahi) ve “eli açık, cömert” anlamlarına gelen Türkçe “akı” kelimesine dayanmaktadır. Ahi kavramı ahilik önderlerine verilen bir sıfat, Ahilik ise mesleki ve ahlaki bir örgüttür.
Ahilik teşkilâtı, o dönemde kişilere bir meslek ve sanat öğretirken aynı zamanda sosyal hayatı düzenleyen kuralları benimsetmekteydi. Helal kazanç yoluyla onurlu, ahlâklı ve erdemli yaşamayı teşvik etmekteydi. Bir yandan zaviyelerde ahlâkî eğitim yapılırken, bir yandan da kişiye bir meslek kazandırma çabası sürdürülmekteydi. Sistemli ve adaletli bir kariyer sistemi öngören Ahilik düşüncesinde iş yeri açmak belirli kurallara ve belli düzeydeki olgunlaşmaya bağlıydı. Bir kişinin kendi iş yerini açabilmesi için farklı kademelerinden geçmesi ve en az üç usta yetiştirmesi gerekiyordu.
Böylesine çok fonksiyonlu bir sosyal kuruma ve onun ahlaki unsurlarına o kadar ihtiyaç var ki; emek-sermaye, üretici-tüketici, devlet-millet barışının sağlanmasında hayati bir rol üstelenebilir.