Türkiye Şangay İşbirliğine katılabilir mi?
Geçtiğimiz hafta Tacikistan'ın başkenti Duşanbe'de düzenlenen Şangay İşbirliği Örgütü (ŞİÖ) 21. Devlet Başkanları Zirvesi'nde daha önce gözlemci üye olan İran’ın tam üye olarak kabul edildiği açıklandı. Bunun üzerine Türkiye’nin de ŞİÖ’ne olası üyeliği konusunda olumlu/olumsuz paylaşımlar yapıldı.
Bu yeni bir tartışma da değil. Önceki yıllarda da ŞİÖ’ne üyelik konusu gündeme gelmişti. 2016 yılında dönemin Başbakanı Erdoğan tarafından AB üyeliğine karşı seslendirilen "Şangay Beşlisine alın!" tartışmalara neden olmuştu. Hatta ŞİÖ kurucularından Orgeneral Leonid İvaşov, “Türkiye üye olur, ama aynı zamanda NATO’dan çıkması lazım” ifadelerini kullanmıştı.
Türkiye’nin pozisyonuna girmeden önce ŞİÖ nedir, nasıl bir örgüttür, hatırlayalım.
ŞİÖ, 1996 yılında bölgesel sınır ve güvenlik problemlerinin çözümüne katkı sağlamak amacıyla Çin, Rusya, Kazakistan, Kırgızistan ve Tacikistan arasında kurulmuş ve Özbekistan’ın üyeliğe kabul edildiği 2001 tarihine kadar “Şangay Beşlisi” adıyla faaliyetlerini sürdürmüştür. İran’ın katılımıyla beraber örgütün halen dokuz daimi üyesi bulunmaktadır: Hindistan, Kazakistan, Çin, Kırgızistan, Pakistan, Rusya Tacikistan, İran ve Özbekistan. Gözlemci üyeleri Afganistan, Beyaz Rusya ve Moğolistan’dır. Bir de karar alma mekanizmalarında yer almayan diyalog ortakları var: Azerbaycan, Ermenistan, Kamboçya, Nepal, Sri Lanka ve Türkiye Cumhuriyeti…
Bu haliyle dünya nüfusunun yarıdan fazlasını, doğalgaz rezervlerinin 42’sini ve dünya petrolünün 25’ni barındıran ŞİÖ kapsama alanı ile önemli bir çekim merkezi haline gelmiştir.
Özellikle tek kutuplu dünya düzenine karşı büyüme stratejisi belirleyen ŞİÖ bünyesinde Rusya ve Çin’in birliğini simgeleyen yegane kuruluş olma özelliği taşımaktadır. Aslında her iki ülke de kendi coğrafyalarında bir NATO/ABD konuşlanmasına izin vermek istemiyor. Nitekim Türkiye ŞİÖ içerisinde öyle ya da böyle yer alan tek NATO üyesi. Rusya bu süreçte Avrasya Ekonomik Birliği ve Kolektif Güvenlik Anlaşması Örgütü gibi farklı uluslararası organizasyonları da değerlendirerek post-Sovyet alanda (Türk Dünyasını kuşatan) hakimiyetini devam ettirmeyi hedefliyor. Çin ise hızla artan nüfusu ve üretimle paralel olarak enerji ihtiyacını daha güvenli şekilde karşılamanın yollarını arıyor. Bununla birlikte sınır komşusu olduğu Batı Türkistan’ı (Orta Asya Türk Cumhuriyetleri) dengelemek, Doğu Türkistan’ı ise bu örgüt açısından bir iç mesele haline getirebilme gayesinde…
Yani bir yönüyle Türkiye’nin devlet politikasının önemli bir yerinde bulunması gereken Türk Dünyası’nı da büyük ölçüde içerisinde barındıran bir örgüt.
Türkiye ise örgüte ilk olarak 2005 yılında katılmak istediğini beyan etmiş ve Çin’in bazı endişeleri sebebiyle kabul edilmemiştir. Örgütün iki başat üyesinden Çin, Türkiye’nin katılımını örgütün kuruluş amaçları ve bazı bölgesel gelişmeler açısından sakıncalı görmekte; Rusya ise ABD karşısında ŞİÖ’nü daha etkili kılmak için göreli olarak Türkiye’nin gözlemcilik statüsüne sıcak bakmaktadır.
Bu her iki başat ülkenin de Şangay üyesi bir Türkiye’den acil ve uzak vadeli istek ve beklentileri olacağı açıktır. ŞİÖ temel belgesinde “Üye ülkeler… dış politikasını Şangay Ruhuna uygun olarak yürütür.” ilkesi yer almaktadır. NATO’dan çıkılması, Doğu Türkistan, Kırım gibi meselelerin Türkiye’nin tamamen gündeminden düşmesi, savunma sanayi ve dış ticarette ağırlığın birlik sahasına kaydırılması…
Belirtmek gerekir ki Türkiye’nin AB üyesi ülkelere ihracatının payı toplam ihracatının yarısına yakınken ŞİÖ üyelerine ihracatının payı %10’a biraz yaklaşmaktadır. Türkiye’nin toplam dış ticaret açığında da ŞİÖ büyük bir paya sahip gözükmektedir. Bu temel tespitler çerçevesinde Türkiye’nin ŞİÖ üyeliğinin gerçekleşebileceğini (tam üyelik) ileri sürmek en azından kısa ve orta vadede mümkün değildir. Zira ŞİÖ üyesi bazı ülkelerin algısı bakımından Türkiye’nin kabul edilmesi NATO ve ABD’nin birlik içerisine konuşlandırması anlamına gelmektedir.
Öte yandan Türkiye’nin Doğu-Batı bloğu çerçevesinde uluslararası işbirliğini yürütürken bunlardan birini diğerine alternatif ya da rakip olarak değerlendirmesi beklenemez. Ulusal çıkarları doğrultusunda bu örgütlerden birine veya aynı anda birden fazlasına dahil olma hakkı vardır. Ancak yukarıda belirttiğim gibi bu çıkarlar manzumesinin bir bütün şeklinde görülmesi ve olası tercihlerin meydana getireceği kazanç ve kayıpların uzun vadeli hesaplanması yerinde olacaktır.
Başka bir yazı konusu olmakla birlikte Türkiye’nin Avrasya eksenindeki potansiyel gücünü açığa çıkaracak nihai işbirliği alanının Türk Keneşi olabileceğini artık masaya yatırmak gereklidir. Burada sağlanacak her kazanım Avrasya'daki diğer işbirliği alanlarında ve hatta Batı ile ilişkilerinde de Türkiye’nin konumunu pekiştirecektir.