Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin
        Sesli Dinle
        0:00 / 0:00

        Cumhurbaşkanlığı hükümet sistemi 2017 yılında yapılan referandumda çok az bir oy farkıyla kabul edildi. Ve tüm hukuki unsurlarıyla birlikte 9 Temmuz 2018 tarihinde yürürlüğe girdi. Yeni sistemle birlikte ekonominin uçacağı türünden vaatler de beklentileri yükseltti. O tarihten bu yana iç ve dış politikada önemli gelişmeler ve değişimler yaşandı.

        Gelinen aşamada sistem tartışmalarının vatandaşa yansıyan en büyük etkisi ekonomideki artan problemler oldu. Haliyle yeni sistemin olumsuzlukları ve eksiklikleri de daha net biçimde ortaya çıktı.

        Daha öncesinde uygulanan parlamenter sistem kusursuz muydu? Hayır. Onun da kurgusu sorunlarla iç içeydi. Öyle ki bugün muhalefeti ortaklaştıran yegane başlığın adı da “iyileştirilmiş/güçlendirilmiş parlamenter sistem”.

        Yani mevcut Cumhurbaşkanlığı sisteminin kusurları kadar bizdeki parlamenter sistemin de yeniden gözden geçirilmesi gerektiği seslendirilmekte.

        Ancak yeni sistem gerek zaafları gerekse uygulamadaki hataları sebebiyle derinleşen problemler karşısında çözümleme kapasitesinden giderek uzaklaşıyor. Denge ve denetim mekanizmalarının kurgusal yanlışlığının dışında özellikle bürokrasinin şekillenmesindeki karar verme süreçleri içinden çıkılması zor ve aşırı bir merkezileşme problemini kucağımıza bırakıyor.

        Bugün biraz bundan bahsetmek ve süregelen soruna dikkat çekmek istiyorum.

        REKLAM

        Geçtiğimiz hafta çoğunlukla CHP Genel Başkanı Kılıçdaroğlu’nun bürokratlara yönelik açıklamasını tartıştık. Oysa bürokrasideki problemleri körükleyen bazı detaylar fazla konuşulmadı. Belirtmek gerekir ki aşağıda bahsettiğim hukuki/yapısal sorunlar Kılıçdaroğlu’nun açıklamasının beklenenin ötesinde etki uyandırmasına sebep oldu.

        Birincisi uzun süredir iktidarda kalan bir partinin bürokrasi kadrolarının da göreceli biçimde heyecan/güven kaybetmesi şaşırtıcı olmamalıdır. Görev ve yer değişikliği gibi sistem içi birtakım uygulamalar bu soruna karşı geliştirilmiş yollardır. “Büropatoloji” kavramı da bu kapsamda doğmuştur. Eğer bir bürokrat oturduğu koltuğun artık vazgeçilmezi olduğuna, o giderse koltuğun bir anlamı kalmayacağına inanıyorsa orada büropatolojik bir durum var demektir.

        Bir de partili cumhurbaşkanlığı eklenince aşağıdaki belirtilen çok sayıda görev ve pozisyonun vatandaş nezdindeki algısı “adalet”, “liyakat” ekseninde kırılmalar meydana getirmekte.

        Nitekim kazananın her şeyi aldığı bir sistemde konsensüs uzlaşmasının bile yakalanması mümkün değildir.

        İkincisi kurumsal olarak yıpranma ve heyecan kaybının yaşandığı bir dönemde Cumhurbaşkanına, tek bir kişinin altından kalkmasının mucize olduğu bir görev ve yetki imkanı tanınmasıdır. Bir yandan had safhaya çıkarılmış karar alma yetkisi bir yandan da tüm üst düzey görevleri kapsayan atama yetkisi ile donatılmıştır. Böyle bir yetki ağının etkin ve verimli kullanılabilmesi için Weber’in yıllar önce işaret ettiği ideal/rasyonel/gayrişahsi bürokrasi tarzının uygulanabilmesi gereklidir.

        Belki de bu amaçla Cumhurbaşkanlığı bünyesinde kurullar ve başkanlıklar ihdas edilmiştir. Görüldü ki kendiatama sistemini kendi ihtiyaçlarıyla yönlendiren güçlü bakanlıklar mekanizması yerine yeni fotoğrafta Cumhurbaşkanlığının kendi yönetsel alt sistemi bu gücü kullanır oldu.

        Evet yürütme organı koşullar karşısında güçlendirilebilir ama bunun ölçüsü çok mühimdir!

        Bakınız “3 sayılı Üst Kademe Kamu Yöneticileri ile Kamu Kurum ve Kuruluşlarında Atama Usûllerine Dair Cumhurbaşkanlığı Kararnamesi” ile iki farklı cetvel oluşturulmuş ve ilk cetveldekilerin cumhurbaşkanı kararı ile diğerlerinin cumhurbaşkanı onayı ile atanması düzenlenmiştir.

        REKLAM

        Her iki cetvelde de kadro, pozisyon ve görev sayısı binlerle ifade edilebilir. İlk cetvelde, genel müdürler, büyükelçiler, valiler, kurum başkanları, kurul üyeleri ve dahası…II sayılı cetvelde ise genel müdür yardımcıları, daire başkanları,emniyet müdürleri, il müdürleri, müfettişler, vali yardımcıları, kaymakamlar ve daha birçok kadro…

        Bu kadar çok kişinin seçimi ve tespiti gerçekten sorumluluğu ağır bir yük! Bir de partili bir cumhurbaşkanlığı meselesi var!

        Alacağınız kararların başarısı bu kadroların, yani bürokrasi sisteminin başarısı ile çok ilgili…

        Ayrıca bu düzenlemeler konusunda “uyumlu çalışma”, “hızlı karar alma”, “vesayeti önleme” vb gerekçelerin ortaya konulduğu anlaşılıyor.

        Fakat bakıldığında birbirine ast-üst ilişkisindeki pek çok görev ve pozisyon sadece tek merkezin yetkisinde olduğu için uygulamada kademeler arası ve bakanlıklar içi işlevsellik istenen seviyeye getirilemiyor. Bakanı, bakan yardımcısını, genel müdürü, ilde temsilci de aynı makamca atanıyor...

        Müsteşarlık gibi ara kademelerin de kaldırılmış olması devlet/hükümet etkileşiminde kopukluk yaratıyor. Yönetimin temel ilkelerinden hiyerarşi, düzen, amaç birliği aşınıyor…

        İnisiyatif almak imkansızlaşıyor. Cumhurbaşkanı Yardımcısı Fuat Oktay’ın Mart 2021’de bir gazeteye verdiği röportajda bizzat ifade ettiği “külliye metaforu” (pek çok bürokratın artık her şeyi külliyeye sormak lazım düşüncesi) işte bu karmaşık denklemde kendisini gösteriyor.

        Diğer Yazılar