Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin
        Sesli Dinle
        0:00 / 0:00

        Cumhurbaşkanlığı hükümet sistemi –ki artık çoğunlukla başkanlık sistemi deniliyor- 9 Temmuz 2018’de Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın yemin etmesiyle resmen başladı. Politik istikrarsızlığın önlenmesi, hızlı karar verme ve bürokratik kooptasyonu ortadan kaldırma gibi gerekçelerle getirilen sistemin neredeyse her soruna çare olacağı iddiası vardı!

        Ancak böyle olmadı; geçen 3,5 yılda uygulamadaki hatalarla da birleşince sorunlar daha kırılgan bir boyuta ulaştı.

        Burada 2016’daki darbe girişimi, salgın süreci ve dış politikadaki etkileyiciler göz ardı edilemez elbette...

        Fakat sistem değişikliğinin ardından ekonomiyi olumsuz etkileyen karar ve politikaların varlığı da ortadadır. Sembolik bir yansıması da bu süre zarfında 3 ekonomi bakanı 4 merkez bankası başkanının değişmesidir.

        Yani bir anlamda istikrar ve güven kavramlarının en güçlü kılınması gereken yönetim boyutunda açık bir istikrarsızlık sarmalına girilmiş olmasıdır.

        Her şeye rağmen ekonomistler bu yönelimden vazgeçilmesi durumunda Türkiye’nin ekonomide bir toparlanma (en azından fiyat ve kur istikrarı açısından) yaşayabileceğini ifade etmesi önemlidir.

        Dolayısıyla Türkiye'nin karşı karşıya olduğu yönetim sorunu özünde bir karar alma süreci sorunudur.

        Eski sistem-yeni sistem tartışmasına girmeden şunu ifade etmek gerekir ki bu yönetim tarzı ve karar alma biçimi sistemin sınırlarını zorluyor ve rasyoneliteden uzaklaştırıyor.

        Eylül ayındaki faiz indirim kararı ve ardından yaşananlar da bu yaklaşımın bir neticesidir.

        Zira bir ülkenin ekonomik başarısını ve özellikle de finansal istikrarını, kapasitesini etkileyen bazı faktörler vardır. Bunlardan biri de o ülkedeki politik istikrar ya da istikrarsızlıktır.

        Darbeler, doğal afetler, küresel krizler gibi bir uçtan diğerine farklı tanımları olan politik istikrarsızlık salt bir hükümetin uzun süre iş başında kalması ile de açıklanamaz. Kimi durumlarda işbaşındaki bir hükümetin karar ve uygulamaları da sistemin kendi içerisinde politik istikrarsızlığına sebep olur.

        Evet, uyumsuz koalisyon veya güçsüz/kırılgan hükümet dönemleri politik istikrarsızlığı artıran önemli sebeplerdir. Buna karşın görünürde uzun süreli bir hükümet istikrarı olsa da zaman içerisinde bu süreklilik demokrasi, rekabet edebilirlik, yönetişim gibi unsurlardaki bozulmayla durumu geriye götürebilir. Dünya Bankası baş ekonomistlerinden Zahid Hüseyin Hindistan örneğini göstererek ekonomik büyümenin hükümet değişimlerinin sık yaşandığı dönemlerde de sağlanabildiğini ifade etmektedir.

        Türkiye bugün böyle bir politik istikrarsızlık tablosuyla karşı karşıyadır.

        Millet İttifakı’nın sistem eleştirileri de esasında burada gün yüzüne çıkan problemlerle ilişkilendirilerek açıklanabilmektedir.

        The Global Economy sitesinin derlediği verilere göre Türkiye’nin politik istikrar endeksindeki yeri 194 ülke arasında 170.sırada. 1999 yılında 145. sırada 2010’da 155.sıradaymış. Dünya ortalamasının -0.07 olduğu bu endekste (-2.5 zayıf; 2.5 güçlü) kabul ediliyor. Türkiye’nin aldığı puan -1.19…

        Ekonomistlerin ekonomiyi baltalayan bir sebep olarak gördükleri politik istikrarsızlık teorik olarak vatandaşın yeniden bölüşüm talebindeki artış daha da derinleşmektedir. Bir başka ifadeyle gelir dağılımındaki eşitsizliğin orta sınıfı yok ederek alt gelir grubunu artırdığı bir süreçte bu seçmen grubunun başlattığı yeniden bölüşüm talebi ekonomi-politik dengesini daha da bozmaktadır.

        Pek muhtemel ki son anketlerde artan kararsızlarda bu eğilim çok etkili olmaktadır.

        Belki de en kötüsü politik istikrarsızlığın iki ucu keskin kılıç gibi olmasıdır. İstikrarın mevcut yönetimle sağlanamayacağına yönelik bir kanaat güçlenirse bir yandan ekonomi olumsuz etkilenirken bir yandan da aşırı siyasallaşma ile yeni bir seçim kazanma hedefi içiçe ilerleyebilir.

        Türkiye’yi yönetenler ivedilikle bu yönetim tarzından uzaklaşmak mecburiyetindedir. Değilse sistem içinde politik istikrarsızlık bir yandan enflasyon ve onun maliyetini daha da artıracak ve diğer yandan da ekonomiye ilişkin olumsuz bekleyiş politik istikrarsızlığı pekiştirecektir.

        Diğer Yazılar