Tahran'daki zirvenin dipnotları…
En son 1 Temmuz 2020’de video konferans yoluyla toplanan Astana Zirvesinin paydaşları bu kez Tahran’da yüz yüze bir araya geldiler.
Ana gündem maddesi ise Suriye’deki durum ve bundan sonraki yol haritasıydı. Bu zirveye bütünleşik sayılabilecek Soçi görüşmeleri ve Birleşmiş Milletler'in ilgili kararları da dahil edilebilir.
Suriye gündeminin yanı sıra Ukrayna’daki savaş, tahıl koridorunun akıbeti ve Biden’ın Ortadoğu gezisinin yansımaları zirveye farklı bir önem atfediyordu.
Kimi yayın organlarında Putin’in savaş sonrası ilk yurtdışı seyahati olarak sunulsa da Putin daha önce Tacikistan’a ve Hazar Beşlisinin toplantısı için Türkmenistan’a gitmişti. Özellikle Hazar zirvesinde buraya dışardan bir müdahale yapılmasına izin verilmeyeceği bildiriye konulmuştu. Dolayısıyla aslında Tahran’daki zirvenin neticelerini daha iyi anlamak için Rusya ve İran’ın Türkiye ile başka sahalarda hem işbirliği hem de daha çok bir rekabet halinde olduğu unutulmamalıdır.
Zirve öncesinde verilen mesajlar ve sahadaki değişim dışında, sonuçlarını değerlendirebileceğimiz iki temel kaynaktan biri açıklanan 16 maddelik bildiri ve diğeri liderlerin konuşmalarıydı…
Bu bağlamda özellikle Erdoğan’ın “Astana sürecini şöyle ayağa kaldıracağız.” sözünün iki anlamı vardı. Yakın gelecekte İran ve Rusya ile sahada işbirliğini artırma isteği ve zorunluluğu idi. ABD ile Suriye'de bir operasyon için mutabakat bir yana zaten Türkiye'nin başına bu çorabı örenlerin başında geliyorlar.
Ayrıca Suriye’ye yapılacak olası bir operasyonda hedeflenen bölgelerde Rusya ve İran'ın resmî/gayriresmî güçlerinin konuşlandığı biliniyor. Hatta Rusya’dan boşalan bazı yerlerde İran daha görünür hale geliyordu. Erdoğan konuşmasında terör örgütlerinin isimlerini sıralayarak Suriye’nin kuzeyindeki Türkiye hassasiyetini vurguladı.
İkincisi de Türkiye’nin her iki ülkeyle sağlayabileceği enerji, ulaştırma vb alanlardaki projelerin güçlendirilmesiydi.
Buna karşın Putin ve Reisi’nin açıklamalarında da yüksek işbirliği ve mücadele vurgusu olsa da her iki liderin de Suriye’nin toprak bütünlüğünün altını çizmesi, dışardan müdahale istemediklerini vurgulaması ve Rejimin kontrolüne dikkat çekmeleri önemliydi. Zirve öncesindeki temaslar çerçevesinde bu yönde açıklamalar gelmesi beklenen bir durumdu.
Öte yandan bildiri metninde de bu çerçeve devam etmekle birlikte Türkiye’nin PKK/YPG hassasiyetinin isim vermeden metne konuşlandırıldığı anlaşılıyor.
Buna göre 3. maddede “Terörün her tür ve biçimiyle mücadele”, “Suriye'nin kuzeyi ile ilgili tüm düzenlemelerin eksiksiz bir şekilde uygulanması gerektiği” ifadesi ile 4. maddede “Gayrimeşru özyönetim teşebbüsleri dahil olmak üzere, terörle mücadele kisvesi altında sahada yeni gerçeklikler oluşturulmasına dair her türlü girişimin reddedilmesi” “komşu ülkelerin sınır güvenliği” ifadeleri bu şekilde sıralanabilir.
Türkiye’yi yakından ilgilendiren bir başka husus sivillerin korunması, insani durumun ele alınması ve sığınmacıların dönüşüyle ilgili 6., 8. ve 11. maddelerdir. Fakat yine de “güvenli ve gönüllü geri dönüşlerinin kolaylaştırılması” ilkesi öne çıkmaktadır. Daha çok bir niyet beyanı ve çağrısı olan bu ifadelerin ucu açık bir çözüm iradesinden öteye gitmeyeceği belirtilmeli!
Bununla birlikte 2. maddede sadece bu üç ülke değil Birleşmiş Milletler’in kararları ve dolayısıyla toprak bütünlüğü ilkesine vurgu yapılması kim ne derse desin rejimin Suriye’deki çözümün en önemli ayağı olacağının işaretidir. Üstelik bu yeni bir durum değil Rusya ve İran’ın öteden beri en belirgin yaklaşımları arasında...
Ve İdlib’deki terör örgütlerinin varlığına izin verilmeyeceği, oradaki insani durumun gözetilmesini içeren 7. madde…
İyi de peki BM Güvenlik Konseyinde buraya gidecek yardımların geçişini uzatan öneriye veto koyan hangi ülkeydi? Rusya değil miydi? Umarım bu detay de görüşmelerde gündeme gelmiştir!
Son olarak İsrail’in Suriye’ye yönelik saldırıları ve Golan’ın açıkça işgal altında olduğunu vurgulanması İran ve rejim açısından önemli sayılabilir.
Bu tespit ve değerlendirmeler ışığında Türkiye’nin Suriye’nin kuzeyine planladığı bir operasyon için ortak bir mutabakat açısından zamana ihtiyaç var gibi gözüküyor. Elbette Türkiye istediği takdirde bu operasyonu yapabilir ancak böylesine kırılgan bir süreçte gerek siyasi temasları gerekse sahadaki koşulları optimal bir noktaya taşımanın sorumluluğu da vazgeçilmez…