Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin
        REKLAM

        Ben Anadolu insanının hayata mizah gözüyle bakma gücüne çok güvenirim.

        Geçmişte o güne kadar denenmemiş bir mizah yazı türüne başlarken de, buna güvendim ülke en krizli olduğu günlerde de bundan sonunda bizi bunun çıkaracağına inandım ve hiç de yanılmadım.

        Mizah gözünün güçlü olması ciddi olmamak anlamına tabii ki gelmiyor. Sadece ciddi derin düşüncelerin hayata tebessümle anlatılmasının insanımıza verdiği inanılmaz güçtür bu.

        Türkiye yine krizli, tıkanık bir dönemden geçiyor, benim yaşımdaki bir insana son derece sıkıcı ve rutin gelen artık bıktıran bir kısır döngü bu.

        Yine aşacağız bunu, en üstümüze gelindiği anda bile beynimiz hınzır bir gülümsemeyle dolu bakacağız hayata ve çıkışı başlatacağız.

        Siyaset genelinde bunu anlamıyor bize sıkıcı ve bıktırıcı ciddiyetini empoze etmeye çalışıyor.

        Size bir şey söyleyeyim mi benim son yıllarda en fazla umutlandığım an bu ülkede, Ekrem İmamoğlu’nun horon oynamakta olan delikanlılara, büyük doğallıkla, katılıp onlarla oynadığı andı.

        Bence Türkiye’de bize empoze edilmiş olan her türlü ciddiyetler artık can çekişmeye başladı. İster Trabzon'dan gelelim ister Hakkari’den hepimizin içinde var olduğuna inandığım Akdenizli ruhu yani neşeyi hayatın merkezine koyan tavır ortaya çıkıyor ve "Artık yeter" diyor. Halkımız bize hep griliği empoze edenlere "Artık yeter artık neşelenmek istiyoruz" diyor.

        Biraz da buna uyum sağlamak için bir süre önce özüme, kendi gerçeğime döndüm ve mizaha başladım. Mizahımı hiç tanımamış olan yeni bir kuşakla yeniden cebelleşmeye başladık. Cebelleşme derken onlarla hayali el sıkıştık ve yola çıktım. İsteyen istediğini tartışabilir, isteyen istediğine önem versin halkın çoğunluğunun artık gülmek, neşelenmek istediğine inanıyorum.

        ***

        Türk insanı bu özelliği nedeniyle belki de kategorileştirilmeye uygun değildir. Dün bazı kategorileştirme girişimim olmuştu. Türk insanını 'Game of Thrones dizisini seyredenler ve seyretmeyenler' veya 'Atatürk Havalimanı'nı özleyenler ve yeni İstanbul Havalimanı'na alışanlar' olarak ikiye ayırabileceğimi söylemiştim.

        Bugün de farklı bir kategorileştirme girişimim olacak. Bizim insanımız karmaşıktır sadece iki grup olarak ifade edilmesi zor olabilir diye bugün farklı bir girişimim olacak.

        Bence Recep İvedik’i baz alarak Türk insanını çok daha kapsayıcı ve açıklayıcı olarak kategorileştirmek mümkün olabilecek galiba:

        Türk insanı bence şu kategorilere ayırabilir;

        1- Recep İvedik filmlerini gerçekten gönülden sevip buna kasılmadan kendini bırakıp gülenler.

        2- Çok gülmek istediği halde buna gülmenin kendisini gayrı ciddi olarak damgalatacağından korkanlar.

        3- O tür mizaha gülmenin kendisine yakışmadığını düşünenler ve bu yüzden kahkaha atmak isteseler bile kendilerini kasanlar.

        4- Filmi izlerken etrafta kendisini tanıyanlar olmadığı takdirde katılarak gülenler.

        5- Kafelerde otururken filmde güldüğü halde "Bu tür mizah bana uymuyor" diye konuşanlar

        6- Recep İvedik’i sevmenin kendilerini bazı sosyal çevrelerde dışlatacağını düşünenler

        7- O sosyal çevreleri iplemedikleri için Recep İvedik’i koşulsuz sevenler.

        ***

        Kabul edin bu liste çok daha kapsayıcı oldu.

        Beni bu yazıyı yazmaya teşvik eden gelişme şu; bir haftadır İstanbul’dayım. Bir ameliyat geçirmiş olduğum için hayli hareketsizim ve hayatta en sevdiğim işi kimseden özür dilemeden yapma imkanım oldu. Özlediğim, uzun zamandır seyredemediğim komik Türk filmlerini seyrediyorum durmadan. Bunlar hem yazıma da katkı yapar diye umuyorum ayrıca memleketin insanında var olduğuna inandığım temel mizah duygusunu da tekrar yaşıyorum.

        ***

        Beni katılarak güldüren film sahnesini anlatacağım size.

        Ben Recep İvedik bazlı kategorilerin bir numarasındayım, bu yüzden bu anlatacağım espri hepinize hitap etmeyebilir. Kim ne derse desin çoğunluğun benim yanımda olduğuna eminim işte o sahne;

        ‘Oflu Hoca'nın Şifresi’ adlı bir filmdi bu.

        Trabzonlu arkadaşım Güngör'ün yönlendirmesiyle zaten Trabzon'a özel ilgim bulunuyor. Hatta Galatasaray olmasaydı Trabzon’un şampiyon olmasını da istiyordum. 19 Mayıs günü Atatürk’ün Trabzon nutkunu da okudum. Bir Trabzonlu duruşu olduğunu da biliyorum.

        Oflu Hoca da doğal olarak ilgimi çekti ve filmi seçip izlemeye başladım.

        ***

        Filmde bir düğün var. Bir arkadaş aşka geliyor ve dans pistine çıkıyor. Orada bir adam bu kadar fazla aşka gelirse ne olursa o oluyor tabii ki ve havaya açılan ateşle bayağı insan yaralanıp hastaneye sevk ediliyor.

        Adamlardan bir tanesinin kızı da yaralananlar arasında.

        Ona bakan doktor dahil herkes Laz lehçesiyle konuşuyor harika bir hava var filmde; doktorlar MR türü vücut taramalarına 'scan' diyorlar. Bu normal ancak bu 'scan' kelimesinin okunuşu Türkçe'de hiç de hoş olmayan sonuçlara varabiliyor. Açıkça yazamıyorum siz kendiniz keşfedin bunu. Doktor babasının yanında kız hasta için hemşireye "Bu kızın scan'lerini getirin bana" diye bağırıyor. Baba bunu duyar duymaz yan kemerine sıkıştırmış olduğu silahına davranmaya çalışıyor, doktoru indirecek ama onu zor bela tutuyorlar. Sonra adam doktora "Bana bu yapılır mı? Bu işe böyle ad takılır mı bu vicdansızlık" filan diye söyleniyor…

        Bazı okuyucular soruyor ne konularda yazıyordun diye ben de, "Hiç bir şey hakkında yazıyorum" diye cevap veriyorum. Hiç bir şey hakkında yazmanın yenilenen seçim hakkında yazmaktan daha zor olduğunu da biliyorum.

        Diğer Yazılar