Ev hapsi
Babam gönüllü olarak ben ise diz ameliyatı nedeniyle evden çıkmıyoruz.
Bir tür ev hapsindeyiz yani…
Babam çıkmama gerekçesini ‘tüm insanlıktan ve dünyadan tiksinme’ olarak söylüyor. 94 yaşında ve hayat tecrübesi hayli zengin olan bir adama ‘haksızlık yapma’ diyecek halim yok… Bu tecrübe inanılmaz zenginliktedir; babam eski Ankara’daki tüm pavyonları, gece kulüplerini ve meyhaneleri iyice gezmiştir. Hatta bir ara bir pavyonda bir hafta boyunca kaldı bile eve hiç gelmediydi. Eh bu da hayatta bir adama tecrübe vermeyecekse başka neyin verebileceğini de ben bilmiyorum.
Babam tiksiniyorsa bir bildiği vardır diyorum. Bildiği yoksa bile bence yine de haklı. İnsanlığın ve dünyanın bir hayal kırıklığı yarattığı kesin. Ben de aynı düşünüyorum, üstelik ben babama göre gencim (tabii babamla karşılaştırıldığında dünya nüfusunun neredeyse tamamı genç sayılabilir.)
***
Bu yüzden dışarıya çıkmamı engellediği için ameliyat olduğuma seviniyorum bile.
Babam da bana telefonda "Oğlum birkaç yıl önce bacağımı kırıp hareketlerimi mecburen azalttığım için memnunum, artık görmek istemediklerimi (Bunun sayısı hayli fazla bunu da bilin) görmemek için nedenim de var" dedi.
Anlayacağınız aynı genleri taşıdığımızdan büyük ihtimalle ikimiz de aynı şekilde delirmiş durumdayız.
Delirmiş de olmasaydık devamlı evde oturan bir insanın bu kadar mutlu da olabilmesine imkan yoktu.
***
İnsan yalnız başına düşünürken tehlikeli olabiliyor. Örneğin ben fazla düşünmekten Türkiye’nin karşı karşıya kaldığı tüm problemleri şu anda çözmüş durumdayım. Ama bunu anlatacak kimsem yok. Yazmam da mümkün değil çünkü mizah yazarı olduğum için bunları mizah sanıp gülebilirsiniz bu da beni kırar tabii ki. Bu riski göze alamam. Babama anlatayım bari dedim, hem bana hem de genelde sövdü. "Bak baba, anneme ayıp oluyor" dedim ve ben de ona geri cevap verdim, o da "Babaannene ayıp oluyor" dedi.
***
Düşünürken, haber saatinin gelmesini beklerken, "Kim bilir bugün ne tür belalar olmuştur" diye kendi kendime konuşurken arada bir kedilerime gözüm takılıyor.
İnsanlıktan nefret eden her nihilistin mutlaka kedi ruhlu olması gerektiğine inanıyorum ben.
Bu sadece bir tercih değil, zorunluluk da. Çünkü ben kediler kadar yalnızlığı iyi yaşayan, kendi kendisine yetebilen, insana ihtiyacı olmayan, babam hariç, başka canlı türüne rastlamadım. Köpeğim de var. İki dakika sevmesem varoluşsal sorunlar yaşar ve bir şekilde sevdirir kendisini.
Kedi ise istemediği zaman sevdiğinizde huysuzlaşır ve sevmeyi bırakmazsanız çeker gider bir yerlere.
O, sadece onun istediği zaman sevilmelidir.
Kedi ruhlu babam ve ben de böyleyiz ama bizim tek farkımız bizi sevmek isteyen kimsenin olmadığı gerçeğini bir türlü anlayamamız..
***
Kendi tavrını felsefi açıdan anlatırken babam bana "Oğlum eskiden ben hapse düşseydim mutlaka gönüllü tecrit edilmeyi tercih ederdim" dedi.
"Koğuşta hiç olmak istemez miydin? Diğer cezalarını çekmekte olanlarla sohbet filan etmez miydin?" diye sorunca da…
"Hiç istemez olur muyum sadece bir koşulla, beni kadınların koğuşuna koymayı kabul ederlerse bunu isteyebilirdim. O durumda hapishaneden hiç çıkmayabilirdim de" dedi.
***
Bu duyduklarım anlamlı olmayabilirdi ama bana makul de gelmişti.
Doktorum benim hareket etmemi kısıtlayınca nerdeyse adamın boynuna sarılıp sevinçten ağlayacaktım. Çünkü bu Ankara’ya gidip size aktardığım şekilde konuşan ve her an katil olabilecek babamla yüz yüze vakit geçirmekten yırtacağım anlamına gelmekteydi.
***
Sonuç itibariyle bizim tarafta başta kediler olmak üzere herkes mutlu. Bir tek New York’ta kalmış olan köpeklerim mutsuz, onlar nedense benim tarafımdan da sevilmek istiyorlar.
Bu arada sanıyorum ki kedilerim aslında benden tiksiniyorlar ancak bunu net ifade etmeyi de istemiyorlar.