Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        Hakan Atilla’nın davası için her gün mahkeme binasına taşındığımız o tatsız soğuk kış günlerinde bu arkadaşı mahkeme salonunda tanıdım. Ankara’danmış. Ankaralı olduğumdan hemen bir sempatim oldu ona. Hem de Atatürk Lisesi’nden olmasına rağmen sıcak bir dostluğumuz oldu. Neden ‘rağmen’ dediğimi anlatmam lazım. Ben TED Ankara Kolejliyim ve bununla da övünürüm. Eşim Rana da öyle. Bizim TED Koleji ile Atatürk Lisesi arasında benim ortaokulda okuduğum yıllarda nerdeyse kan davası vardı. Onlar çoğu kez okulumuzu basmış ve kavgalar çıkmıştı. Bizde de iyi dövüşen abiler vardı. Yaralanmalı kavgalar oluyordu. Liseler arası basket maçımız onlarla olduğunda Ankara’da ortam neredeyse sıkıyönetim ilan edilecek hale gelirdi. Neyse iş silahlı çatışmaya varmadan soğumaya bırakıldı, kan davası sonra biter gibi oldu. İşte bu yüzden o arkadaşla o liseden olmasına rağmen iyi sıcak ilişki kurabildik diyorum. New York Belediye Başkanlığında çalışan birçok arkadaşı olduğunu anlatmıştı. Ben de büyük şehirlerin belediyecilik çalışmalarına amatörce ilgi duyduğumdan onun anlattıkları bana çok ilginç gelmişti.

        *

        Dava bittikten sonra hiç konuşmamıştık. Ama bir ay kadar önce bir derginin internet sitesinde New York Belediyesi’nin şehirdeki bazı parklara yiyecek kabinleri yerleştirme projesi üzerine çalıştığını anlatan bir haber gördüm ve arkadaşa bunu sormak için telefon ettim, o da kendi kaynaklarını aradı ve böyle bir proje üzerinde çalışıldığını söyledi bana.

        *

        Belki biliyorsunuzdur ben bir süredir başta İstanbul olmak üzere büyük şehirlerimizde sokak yemeği kültürünü canlandırmamız gerektiğini yazıp duruyorum. Konuyu öyle fazla yazdım ki Oray Eğin bana bu konuda takılmaya bile başladı. Küçük büfeler olarak örgütlenecek sokak yemeği satıcılarına belediyenin de destek vermesini ve bununla hem yiyecek içecek sektörünün canlanacağını hem de şehrin sosyal hayatının zenginleşeceğini düşünüyorum.

        *

        Gezi Parkı hakkında hepimizin farklı duyguları vardır. Hayata bakışımıza ve ideolojimize göre değişir bu bakış açıları. Şimdi ise hepimizi ortak bir bakışta birleştirecek ve bu parkı ortak şehir yaşamımızın yaşayan bir parçası haline getirme imkanı da ortaya çıktı bence. New York’un parklara örgütlü yiyecek kulübeleri yerleştirme programından bahsediyorum. Bizde de böyle bir çalışma yapılsa iyi olmaz mıydı? Türkiye’nin çeşitli yörelerinden tatları bir parkın güzelliği içinde tadıp yemek imkanı olabilse bu şehir ve turistler için güzel olmaz mıydı? Ben onunla aynı fikirde değilim ama Oray özellikle Taksim’deki dönerci mekanlarının güzel görünmediğini ve manzarayı bozduğunu söylüyor. Bunlar da bir park içinde örgütlenseler, bir düzen getirilse ve hatta hepsinin önüne park dokusuyla uyumlu ahşap masalar ve iskemleler konulsa ve insanlar da uygun havalarda hem parkın hem de lezzetlerin keyfini çıkarsalar.

        *

        Sokak yemeği global düzeyde yükselen bir kültürdür. Sadece sokak yemeği yemek için farklı ülkelere giden turistler, turlar bile var. İstanbul’un genlerinde bu kültür zaten var. Şimdi belediyenin de yardımıyla bunu daha canlandırıp zenginleştirmenin zamanı geldi bence. Yemek insanları buluşturur ve birleştirir. Gezi Parkı’na böyle bir düzenleme yaptığımızda o park da artık birleştiren özelliğiyle akılda kalacaktır.

        Diğer Yazılar