Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        Cumhuriyet Bayramı haftasında her yıl Cumhuriyetimizi ve kurucumuzu yeniden düşünüyoruz.

        Ancak günün heyecanı geçtikten sonra ise gündelik tartışmalar içinde geçmişimizin anlamını aklımızdan çıkarıyoruz gibi geliyor bana.

        Halbuki bu düşünme ve sorgulama bence sürekli olmalı..

        Hatta bunun zorunlu olduğunu da düşünüyorum.

        Çünkü Atatürk gibi bir büyük deha tarafından kurulmuş bir cumhuriyette yaşama şansını yakalamış bu ülkenin insanlarının bu geçmişe inançla sahip çıkmak ve kurucu liderimize saygı ortak zemininde yıllardır sağlam biçimde tam buluşamamış olmasının nedenini de anlamaya çalışmalıyız.

        Bu geçmişimize ve yaşadıklarımıza rağmen ülkemizde hala Atatürk’ü sevmeyen hatta ondan nefret eden insanların bile ortaya çıkabilmesinin nedenini çözümlemeye çalışmamız gerekir.

        Bu tavrın sadece onu gösterenin karakteriyle alakalı olduğunu söylemek zor olandan kaçmanın yoludur.

        Zor olan bu geçmişi objektif biçimde bilimsel metotla anlamaya çalışmak ve Atatürk/Cumhuriyet sevgisi ortak zemininde neden tam anlamıyla buluşamadığımızı sağlam teorik çerçevede ele almaktır.

        *

        Kısa süre önce Cumhuriyet Bayramımızı görünürde coşkulu biçimde kutladık. Ama ben hala daha o coşkuya bile içten kızan insanların olduğuna eminim.

        Düşünen insanlar bu ikilemin, çelişkinin çözümlemesini bilimsel yapmalı.

        Ben tarihi süreçlerin teorik çözümlemesinin Marksist yöntemle yapılabileceğine inanırım. Bunun eğitimini aldım, doktora tezimi de cumhuriyet tarihini bu yöntemle anlamak üzerine yazdım.

        Varmış olduğum sonuçları bugün tekrar sizlere sunuyorum.

        *

        Kurtuluş savaşımızdan sonra Atatürk’ü en azından bu savaş kadar zor olan bir iş bekliyordu.

        Sıfırdan bir ekonomi oluşturmak zorundaydı.

        Yani kendisini nerdeyse sıfırlamış düzeyde olan bir ülkede değer yaratmak zorundaydı.

        Marx’tan ve klasik ekonomistlerden bildiğimiz üzere değer havadan yaratılamaz. Değer üretici olan bir sınıf üzerinde yaratılabilir.

        O günlerin Türkiye’sinde ekonomi yoktu, işçi sınıfı ve burjuvazi de ortada yoktu.

        İşçi sınıfının bulunmadığı bir ülkede değer de zor yaratılır. Çünkü 'Kapital’den öğrendiğimize göre işçi sınıfı değer ve artı değer yaratmak gücüne sahiptir. O artı değere burjuvazi el koyar (sömürü) ve bunu kendine kar olarak alır.

        *

        Atatürk o günlerde acil bir ekonomi oluşturmak zorundaydı. Değer ülke içinde yaratılabileceği gibi dışardan, başka ülkelerden de alınabilirdi. Ancak o günkü koşullarda dünya bir büyük krize adım adım gitmekteydi ve hemen her ülke kendi içine kapanmış kendisini kurtarmaya çalışıyordu. Kimsenin Türkiye’ye değer aktarmaya girişeceği yoktu.

        Atatürk büyük yatırımlara acil girişmek zorundaydı. Sıfırdan ekonomi yaratmaya girişmek durumundaydı. Bunu keyfi için değil yeni kurulan cumhuriyetin geleceği için yapmak durumundaydı.

        Dışardan değer aktarılmayınca, içerde de değer yaratan işçi sınıfı olmayınca o günlerde ülkedeki tek üretici sınıf olan köylü sınıfına yönelindi ve onun yarattığı değer ve artı değer, burjuvazi olmadığı için devlet eliyle yapılmak zorunda olunan sanayileşmeye kaynak olarak aktarılmaya başlanıldı.

        Bu yapıldı ve aktarılan değerle o günkü dünya koşullarında az görülen bir büyük sanayileşme süreci başarıyla tamamlandı.

        Yarattığı artı değer sanayileşme hamlesine aktarılan köylü sınıfı ülkenin en tutucu ve dindarlığı yoğun olan bölümüydü doğal olarak.

        CHP’nin yıllardır Anadolu’dan ve tarımın ağırlıklı olduğu yörelerden oy alamamasının temelinde bu tarihi sürecin bilinçlerde yarattığı bu algı yatar.

        *

        Atatürk’ün dindarlara karşı olduğu algısı da bu süreç nedeniyle kolay yaratılabilmiştir.

        Atatürk ne köylülüğe ne de dindarlara karşıydı sadece tarihi ve sosyal zorunluluklar nedeniyle yeni doğmakta olan bir cumhuriyetin daha tam doğmadan ölmesini engellemek için bu şekilde davranmaya zorunluydu.

        Daha sonra Demokrat Parti dindarlık ve köylülük kartını iyi oynayarak CHP’nin elinden iktidarı alabildi.

        Cumhuriyet yönetimi zorunluluk nedeniyle devlet eliyle sanayisini kurdu ve burjuvazisini de yarattı.

        Şimdi diyalektiğe ve tarihi materyalizme aldırmayan insanlar resmin bütününü görmek yerine ya zorunlu artı değer aktarılması sürecinin köylülük tarafına bakıyorlar ve "Dindarlar cumhuriyete karşı olmalılar" diyorlar ve bazıları da öteki tarafa bakıp "CHP’nin dindarlıkla işi olmaz" diyebiliyorlar.

        Oysa tarihi zorunluluklarımıza, karşı karşıya olunan onca zorluğa rağmen başarılanların hepsine, yani resmin tamamına baksak "Evet bazı haksızlıklar olmuştur ama bu kaçınılmazdı" diyeceğiz ve eğer bu ülkeyi seviyorsak Atatürk’ü ve cumhuriyetimizi sevmek ortak noktasında buluşabileceğiz.

        Diğer Yazılar